Yorum Nedir? Şiir Nasıl Yorumlanır?
“Yorum” sözcüğü, Türkçede çoğunlukla Osmanlıcadaki Arapça kökenli “tefsir” sözcüğüyle eş anlamda kullanılır. “Örtülü ya da kapalı bir şeyi ortaya çıkarmak, açıklamak” anlamındaki bu sözcük “şerh etmek” ya da “tahlil etmek”le de anlamdaştır. Yorum yapmak, yaşamımızın birçok alanda karşımıza çıkan bir etkinliktir. Tarihçi, topladığı verileri yorumlayarak bir sonuca varmak ister. Ressam, tablosunda doğayı türlü renkler ve çizgilerle yorumlar. Çevirmen, çevirdiği metni kendi yorumuyla aktarır. Televizyonda haber programını anchormanın yorumlarıyla izleriz. Rüyalarımızı iyiye ya da kötüye yorarız. Gün boyunca çeşitli nedenlerle iletişim kurduğumuz kişilerin söz ve davranışlarını yorumlamakla geçer kimi zamanlarımız.
Yorum, Anlamanın İlk Adımıdır.
İnsan düşüncesinin temel edimi olan yorum, karmaşık, kapsamı geniş bir olgu olmakla birlikte gerçekte, anlama etkinliğinin ilk aşamasıdır. Söz konusu olan bir sanat metni ise yorum daha da önem kazanır. Bir sanat metnini, bir şiiri anlamak, yorum yapmadan mümkün olmaz.
ŞİİRİ YORUMLAMAK
Şiirin Anlamı Şiirin Bütünselliğindedir:
Edebî bir metin olarak şiirin anlamı, kendisini oluşturan dil, yapı, ritim ve tema bütünlüğünde ortaya çıkar. Yani bir şiirin anlamı, ne sadece tema ya da içeriğinde ne sadece dil ve üslubunda ne de sadece yapısında aranır. Bu birimlerin tek tek anlamlarını bir araya getirmek de o şiirin anlamını vermez. Çünkü şiir, kendisini oluşturan birimlerin toplamı değil, bu birimlerin birbiriyle kurduğu ilişkilerin bir bütünüdür. O halde bir şiiri yorumlamak da o şiiri kendisini oluşturan birimleriyle bir bütün olarak algılamayı gerektiren bir etkinliktir.
Şiirin Anlamı Yoruma Açıktır:
Şiirin anlamı özneldir, yani okuyucuya göredir. Şiir bütünüyle yoruma açık bir metindir. Ancak bu özellik, metinde olmayan bir şeyi metnin anlamı diye ortaya koymayı gerektirmez. Metinle ilgili yorumlar tüm öznelliğine rağmen metinden yola çıkılarak varılmış sonuçlardır.
Şiir Çok Anlamlı Bir Metindir.
Her edebî metin gibi şiir de hiçbir zaman tek anlamlı değildir. Şiirin çok anlamlılığı her şeyden önce şiir dilinin bir özelliğidir. Metindeki temel anlamları dışında kullanılan sözcükler, imgeler ve söz sanatları, eksiltili anlatımlar, çağrışımsal anlatım, duygusal yoğunluk, anlamsal ve sessel sapmalar şiir dilinde çok anlamlılığı doğuran başlıca özelliklerdir.
Hangisi Şiirin Anlamı?
Şiir okuyucuya bir şey esinleme, okuyucuda bir şey çağrıştırma gücüne sahiptir. Şiir, şairin açıkça dile getirdiği anlamlar kadar, açıkça ifade etmediği anlamları da içerir. Şiirin anlam çerçevesi içinde düşündürdüğü bu anlamların tamamı, şair tarafından bilinçli olarak ortaya konmuş olmayabilir. Bu nedenle, şairin şiire yüklediği anlam ile okurların o şiirden çıkardığı anlamlar farklı farklı olabilir.
Ayrıca şiirin anlamı, şair tarafından yazıldığı döneme ya da okur tarafından okunduğu döneme bağlı olarak da değişik biçimlerde yorumlanabilir. Buna göre, şiirin her okunduğunda yeni anlamlar kazanan bir metin olduğunu söylemek kesinlikle doğru bir saptama olacaktır. Gerçekten de şiir, okuyucunun kültürüne, anlayışına, zevkine, içinde bulunduğu duruma ve psikolojik haline göre yeni anlam değerleri kazanan bir metindir.
Edebî eser bir bütündür. O bir sanatçının davranış tarzının ifadesidir. Ayrıntı, bütünün emrindedir ve sanatçının kişiliği ile yakından ilgilidir. Bir edebî eserde aranılacak en önemli şey, her şeyden önce onun nasıl bir davranış tarzının ifadesi olduğudur. Bunu bulabilmek için esere bütün olarak bakmak, onun ruhunu kavramak, muhteva ve üsluba ait ayrıntıyı bu ruha bağlamak gerekir. Sanatçının kainat, hayat, toplum, tabiat ve insan karşısında almış olduğu hususi tavırdan hareket etmek ve ayrıntıdan daima ona varmak gerekir. Konu, kompozisyon, fikir, kelime, hayal, ahenk, bir yazarın eserini vücuda getirmek için seçtiği ve kullandığı her şey, bize onun kişiliğini ifşa eder, açıklar. Bu seçişler aynı zamanda devri (dönemi) de gösterir. Zira devrin ruhu, sanatçının ruhuna, oradan eserine akseder. Üslup, ayrıntısına varıncaya kadar, bireysel ve sosyal davranış tarzının ifadesidir.
Mehmet Kaplan
ŞİİR YORUMU ÖRNEKLERİ
Yazdığım mektupta Kemal Özer’den “Ağıt“ şiirini anlam bakımından açıklamasını istemiştim. Her şair yanaşmaz bu işe; Kemal Özer yanaşmış; demek ki aldırmıyor öyle şeylere. Dahası var: Gönderdiği açıklama benim yapmış olduğum açıklamaya uymadı. Görünce söyledim kendisine; “İkisini karşılaştırayım mı bir yazımda?” dedim. “Karşılaştırın, ” dedi. Sonra, konuşma arasında, başka bir şiirin açıklanışında da anlaşamadığımız çıktı ortaya.
Okuyalım “Ağıt’ı:
AĞIT
annem mi bir kadın
geciken bir kadın
gece yatısına ölüm
kendini göstereli
babamın saçlarından
günübirlik bir kadın
Üsküdar’la istanbul arasında
babamdı sakalıydı babamın bir akşam
göle batırdı çıkmamak üzere
bir daha hepsi de ekmek kokardı
sayısı unutulan parmaklarının
akşam bir attır bütün ülkelerde
serin esmer bir attır
terkisine çocukların bindiği
Biçim bakımından – bir önceki kuşağın yapıtlarını göz önünde tutarak konuşursak – yeni değil bu şiir. Ölçü, uyak, iç sesler, ahenk, deyiş, istif, dış görünüş bakımlarından bir yenilik getirmiyor. Başkalığı, yeniliği içinde içerikte demiyorum – iç biçim diye adlandırabileceğimiz bir şey var, onda. “Babam öldü,” deyince, bir düşünce, bir duygu geliyor o sözle, bir içerik geliyor. Bu içeriği getiren söyleyiş tek midir? “Babam öbür dünyayı boyladı,” desek ya da “Babam sakalı titretti,” desek gene o içerik gelmez mi? Ama bu üç söyleyiş arasında kolayca sezilen ayrılıklar var; içerikten çok biçimden geliyor bu ayrılıklar. İşte ben buna iç biçim diyorum. Kemal Özer’in “Babam öldü,” yerine, “Sakalıydı babamın / bir akşam göle batırdı,” demesi bir iç biçim işi. Şunu da söylemeliyiz: Biçime oranla iç biçim, içerikle daha sıkı fıkı; ayrılmaz şeyler denebilir.
Bu şiiri biçim bakımından inceleyecek değilim; yalnızca, şiirin anlattığı şeylerle sıkı sıkıya ilgili bir noktayı belirtmeden geçemeyeceğim: İlk dokuz dizede söyleyiş tutuk; onuncu dizede bir genişleme, bir açılma oluyor; son üç dize ise su gibi akıyor.
Ben “Ağıtın getirdiği anlamı şöyle açıklamıştım:
Şiiri söyleyen bir çocuk. Birinci beşlikte, babasının ölmesi, ya da ölüm döşeğine düşmesi üzerine annesinin işe gidip gelmeye başlamasını anlatıyor. Üsküdar’da oturuyorlar; annesi İstanbul’da çalışıyor, geceleri eve geç geliyor; gece yatısına gelen bir konuk gibi; sonra ‘ sabah erkenden oğlunu (çocuk erkek), belki de ölüm döşeğindeki babayı (ölmüş dâğilse) bırakıp işe gidiyor.
İkinci beşlikte, baba anlatılıyor; ilk üç dizede ölüşü; son iki dizede yaşayışı. Baba sakallı, bütün yaşamı boyunca bir lokma ekmek için çalışıp didinmiş bir adam. Birinci beşlikteki anne de başörtülü bir kadın olsa gerek. Yoksul bir aile. Son üçlük -nedense- sokakta geçiyor; sokaklarda oynayan bütün dünya çocuklarının yaşamın zorluklarına kafa tutan neşelerini veriyor. Su gibi akışından mı, yoksa “bindiği” sözcüğünün boşluğa doğru bırakılışından mı bilmiyorum, umutlu bir üçlük bu. Çizdiği görüntü insanı çok çeşitli duygulara götürebiliyor; açıklamalardan çok yakıştırmalara elverişli.
Kemal Özer şöyle diyor:
“Katılan üç kişi var şiire. Anne, baba, çocuk. Şiir o yüzden üç bölüm. Baba ölü. Anne ve çocuk ölümün ve ölünün ertesinde. İlk bölüm anneyi çiziyor. “Gece yatısı” ve “günübirlik” sözleri bu çizimin öğelerinden. Baba yeni ölmüş. Anne ölünün arkasından yaşayışındaki değişmeyle yer alıyor o bölümde. Mezarlıkla ev arasında gidip gelen bir kadın. Artık bir misafir gibidir çocuğun gözünde, Sabah çıkıp mezara gitmektedir.
Akşam olunca sanki ‘gece yatısı”na gelen bir misafir gibi eve dönmektedir. Üsküdar’la İstanbul evle mezarlığı deyimliyor bir bakıma, ‘Günübirlik bir kadın‘ sözü de gene annenin misafir görünümüyle ilgili. Mezardakine göre ‘günübirlik’ bir misafirdir o. ikinci bölümde yalnız ve yalnız babanın nasıl öldüğü çocuğun ağzından anlatılıyor. Üçüncü bölüm ise ilk iki bölümle, bir bakıma ‘kontrast’ yapıyor. Sanki şairin eklediği ve çocuklardan söz açan ilgisiz bir bölüm. Onların akşam olunca evlere dağılışını, babalı babasız fark etmeyen evlere dağılışını deyimliyor.”
Gelelim yaptığımız açıklamalardaki uyuşmazlıkların nedenlerine:
Kemal Özer istanbul’da Aksaray’da oturuyor; ben Çamlıca’da. “Üsküdar” deyince, onun aklına mezarlıklar geliyor, benim aklıma ekmek parası için çalışıp didinen yoksul insanlar gelir. Bana mezarlığı getiren “Karacaahmet” sözcüğüdür. Sonra, “Üsküdar’la İstanbul arasında” deyince, aile Üsküdarlı oluyor. Oysa şair İstanbul’da oturan bir aileyi anlatmış. Bir de aramızda gerçekçilik düşçülük ayrılığı var sanırım. Geçimini sağlamak için çalışmak zorunda olmayan bir kadının çocuğunu her gün böyle yalnız bırakacağını aklım almaz benim. Hele bu işi i kocasının mezarına gidip akşama kadar orda oturmak i için yapan bir ana düşünemem. Benim gördüğüm, anladığım, sezdiğim, hiç şüphe etmediğim gerçek şu: Kadınlarda çocuk sevgisi, koca sevgisine üstündür.
Görüyorsunuz, bir şiirin anlaşılmasına, açıklanmasına ne ilgisiz şeylerin etkisi oluyor. Sonra, açıklamayı yapanın kendi beğenisine yonttuğu da bir gerçek. Örnekse ben ; Kemal Özer’in açıklamasındaki duygulara taş çatlasa ısınâmam; o duygular açıkça verilseydi sevemezdim o şiiri, diyor.