ŞİİR DİLİ NEDİR?
“Coşku ve heyecanı dile getiren metinleri incelemenin dördüncü aşamasında metnin dil ve anlatım bakımından çözümlenmesi yer alır.
Şiirlerde kullanılan kelimelerin önemli bir bölümünün günlük dilde de kullanılmasına karşın şiirin; köşe yazısı, deneme, makale, eleştiri gibi metinlerde ve günlük konuşmalarda kullanılan dilden farklı, kendine özgü bir anlatma biçimi, bir bakıma kendine özgü bir dili vardır. Şiir dilindeki bu kendine özgülüğü yaratan en önemli unsur, imgedir.
İmge, edebî metinlerde yansıtılmak isteneni daha canlı, daha etkili ve görünür kılmak amacıyla zihinde canlandırılmaya çalışılan görüntüdür. Şair, düş gücüyle kendi zihninde özgün bir görüntü oluşturur; oluşturduğu bu görüntüyü kelimelerle dile getirerek somutlaştırır. İmge, şairin hayal ettiği, tasarladığı, zihninde oluşturduğu bu görüntünün dil göstergeleriyle (kelimelerle) somutlaştırılmış şeklidir. Bilim adamının o güne kadar bilinmeyen bir şeyi icat etmesi neyse, bir şairin de özgün bir imge yaratması odur. Her özgün imge, bir buluştur; her buluş da biriciktir.
İmge, şairin şiir oluşturma, hayal edebilme gücünün somut bir göstergesidir; şiirin, edebî metinlerin ve güzel sanatların özüdür. Bilim, terimlerle; felsefe, kavramlarla; güzel sanatlar da imgelerle varlık bulur. İmgeden yoksun bir şiir; coşku, heyecan ve hayalleri ancak basit ve sıradan bir şekilde ifade etmiş olur. Özgün imgeler, o güne dek yaratılmamış, ifade edilmemiş hayal ve görüntüler, okuyuculara zengin çağrışımların kapılarını açar.
Karlı dağların başında
Salkım salkım olan bulut
Saçın çözüp benim için
Yaşın yaşın ağlar mısın
Yunus Emre bu dörtlükte, düş gücüyle oluşturduğu bir görüntüyü, kelimelerle özgün bir imgeye dönüştürmüştür: Bu, gökte şair için ağlayan bir bulut görüntüsüdür. Şair, bu dizelerde kişileştirme sanatından yararlanarak buluta insansı nitelikler vermiştir. Bulut, şairin acısına ortak olmakta ve bir insan gibi saçını çözüp şair için yaşın yaşın (gizli gizli) ağlamaktadır. Bu özgün bir bulut imgesidir.
Kadirsin Allah’ım sen de kadirsin
Üstümüze dört direkli çadırsın
Çağırdığımız yerde hâzır nazırsın
Cümlemiz üstüne yürüyüp gider
Şairin, bu dörtlükte Allah’ın koruyuculuğunu, gözetimini insanların üzerine gerilmiş dört direkli bir çadır olarak görüntüleyerek ilginç bir imge oluşturmuştur.
Karac’oğlan gene coştu bunaldı
İnip aşkın deryasına dolandı
Güzel gitti diye pınar ağladı
Acıdı yüreğim yandı pınara
Karacaoğan
Şair, bu dörtlükte özgün bir pınar imgesi oluşturmuştur: Sevgi linin gidişi üzerine ağlayan bir pınar…
Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı
Bu beyitte şair, yalnızlık temasını özgün imgelerle ifade etmiştir: Anlaşıldığı kadarıyla şairin yalnızlığını paylaşan iki varlık vardır: Gönlündeki ateş ve sabah rüzgârı. Şair için üzülen tek varlık, kendi gönlündeki ateş, kapısını açan tek varlık da sabah rüzgârıdır. Onlar da olmasa şair tümden yalnız kalacaktır. Bu imgeler, şairin yalnızlığını ve insanların ona karşı ilgisizliğini çok başarılı biçimde dile getirmektedir.
Karac’oğlan der öldüğümü bilsinler
Toplansınlar namazımı kılsınlar
Mezarımı yol üstüne kursunlar
Geçerken uğrasın yolu kızların
Karacaoğlan
Şair, bu dörtlükte kendi mezarıyla ilgili bir hayal, bir imge oluşturmuştur: Şair, kızların geçerken uğramaları için, mezarının, onların geçtikleri yolun kenarına yapılmasını istemektedir.
fatih’te yoksul bir gramofon çalıyor
eski zamanlardan bir Cuma çalıyor
durup köşe başında deliksiz dinlesem
sana kullanılmamış bir gök getirsem
haftalar ellerimde ufalanıyor
ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
ben sana mecburum sen yoksun
Şair, bu parçada ne yapacağını tam olarak bilemeyen çaresiz bir âşık imgesi oluşturmuştur. Zaman, çabucak geçmekte; şair, sevgilisi için bir şey yapamamaktadır. Bu arada şairin aklına bir fikir gelir: Sevgilisine bir hediye vermek: Ona kullanılmamış bir gök getirmek. Bu, masumiyeti ve umutlu olmayı çağrıştıran özgün bir imgedir.
Yeşil pencerenden bir gül at bana
Işıklarla dolsun kalbimin içi
Geldim işte mevsim gibi kapına
Gözlerimde bulut saçlarımda çiy
Ahmet Muhip Dıranas
Şair, bu dörtlükte kendisinin, sevgilisinin kapısına gelmesini bir mevsimin (ilkbahar) bir memlekete gelmesine benzeterek ilginç bir imge oluşturmuştur: Şair de tıpkı bir mevsim gibi gelmektedir sevgilisinin kapısına: Gözlerinde bulut, saçlarında çiy.
Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
“Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?
Şair, bu dörtlükte ilginç bir medeniyet imgesi oluşturmuştur. Şair, medeniyeti “tek dişi kalmış bir canavar” olarak görüntülemiş, zihninde böyle bir hayal oluşturmuştur. Şairin medeniyet dediği, medeniyetin (uygarlığın) kendisi değil; medeniyeti temsil edenler yani Kurtuluş Savaşı’nda vatanımızı elimizden almaya çalışan Avrupalı devletlerdir. Şair, bu devletleri, onların askerlerini ve silah güçlerini, tek dişi dışında bütün dişleri dökülmüş, tek dişi kaldığı için de parçalamaya gücü yetmeyen, sadece ulumaya, gürültü çıkarmaya gücü yeten, ama cüssesinden ve ulumasından ötürü bazı insanları korkutan bir canavar olarak hayal etmiştir. Şair, bu canavardan korkutmaması gerektiğini ifade etmek istemektedir.
İnsan zihninin hayal yaratma yetisi (düş gücü, imgelem, muhayyile) sınırsızdır, insan her şeyi hayal edebilir, zihninde her şeyi canlandırabilir, her görüntüyü oluşturabilir. Fakat insanın zihninde yarattığı her görüntüyü konuşma dilinin sınırları içinde anlatması neredeyse olanaksızdır. Çünkü hayaller sınırsız ama kelimeler sınırlıdır. Hiçbir dilde sonsuz zenginlikte bir kelime dağarcığından söz edilemez. Her dil; kelime sayısı, dil bilgisi kuralları; kelime, kelime grubu ve cümle oluşturma yöntemleri vb. bakımlardan sınırlıdır. Üstelik günlük konuşma dili; bir anlamda otomatikleşmiş, günlük yaşamın ihtiyaçlarını karşılamaya yeten, anlam çerçeveleri herkesçe bilinen birkaç yüz kelimeyle sınırlanmış, bu kelimelerin de alışılmış cümle kalıplarıyla kullanıldığı bir dildir Yani günlük konuşma dilinin sınırları içinde kalarak imge yaratmak çok zordur.
Bu durum, şairleri, günlük dilin olanaklarından yararlanarak yeni bir dil, bir şiir dili, yaratmaya zorlar. Şair,’zihninde oluşturduğu hayalleri, düş gücüyle var ettiği görüntüleri, yani soyut dünyada olanları; içinde yaşadığımız somut dünyaya taşımaya, onları bu dünyaya ait unsurlarla yani kelimelerle yeniden var etmeye çalışır. Onlar zaten şairin imgeleminde vardır. Yani bir kez yaratılmıştır. Şair bunları kelimelerle ifade ederek başkalarına iletmek ister. Aslında bu, sadece şairlerin değil, bütün sanatçıların isteğidir: Hayal dünyalarında yarattıklarını gerçek dünyada yeniden yaratmak. Şair bunu kelimelerle yapar, ressam renklerle, müzisyen notalarla…
Şair, imgeleminde var ettiklerini gerçek dünyada da var etmeye yani şiir yazmaya çalışırken dilin ses, anlam, söz dizimi vb. ile ilgili olanaklarından olabildiğince yararlanır. Bu olanakların, imgeleminde yarattığı hayal ve imgeleri ifade etmeye yetmeyeceğini düşündüğü anda da dilin alışılmış kurallarının dışına çıkar. Söz gelimi kelimelere o güne dek yüklenmemiş anlamlar yükler, yeni kelimeler yaratır, kelimeleri o güne kadar bir arada kullanılmamış kelimelerle bir arada kullanır, dilin kabul edilmiş yazım kurallarının dışına çıkar, mısralara küçük harfle başlar… Bütün bunlar, dil biliminde sapma terimiyle karşılanır. Sapma, şiirde bilinçli olarak günlük dilin ses, anlam ve söz dizimiyle ilgili alışılmış kural ve kullanımlarının dışına çıkmayı, bunlarda çeşitli değişiklikler yaparak dilde bulunmayan kelime ve anlatım olanaklarını keşfetmeyi, böylelikle de özgün bir şiir dili yaratmayı olanaklı kılar. Şiir dilindeki sapmalar altı başlık altında incelenebilir: Sözcüksel, eksel, sessel, söz dizimsel, yazımsal ve anlamsal sapmalar.
Şiir dilindeki en önemli sapma çeşidi, anlamsal sapmadır. Anlamsal sapma, kelimelere alışılmış ve bilinen anlamlarının dışında yeni anlamlar yüklemedir. Şiirdeki anlamsal sapmalar edebî sanatlardan ve alışılmamış bağdaştırmalardan yararlanılarak yapılır.
Kelimeleri bir araya getirerek deyim, tamlama vb. kelime grupları üretmeye; bu kelimeleri ve kelime gruplarını da bir araya getirerek cümleler ve mısralar üretmeye bağdaştırma denir. Bağdaştırma ikiye ayrılır: Alışılmış bağdaştırma ve alışılmamış bağdaştırma.
Mantığın ve günlük dilin rahatlıkla kabul ettiği, yadırgatıcı olmayan bağdaştırmalara alışılmış bağdaştırma; günlük dilin ve mantığın ilk bakışta kabul etmediği, somut hayatın gerçekleri, dilin alışılmış söz dizimi kuralları ve anlamsal nitelikleriyle çelişir görünen bağdaştırmalara ise alışılmamış bağdaştırma denir. Şairler, özellikle de günümüz şairleri, imgelerinin bir bölümünü alışılmamış bağdaştırmalardan yararlanarak oluştururlar.
İçinde “yalnızlık” ve “başkent” kelimelerinin yer aldığı “yalnızlığın zorluğu, yalnızlığı sevmemek, yalnızlıktan bıkmak, başkentin sokakları, Türkiye’nin başkenti, başkentteki insanlar vb.” kelime grupları, dilin ve mantığın rahatlıkla kabul ettiği, yadırgatıcı olmayan, herkesin kullandığı ve anladığı bağdaştırmalara (alışılmış bağdaştırmalara) örnek gösterilebilir.
Biliyorsun ben hangi şehirdeysem
Yalnızlığın başkenti orası
Cemal Süreya’nın “Göçebe” isimli şiirinde geçen yalnızlığın başkenti imgesi, alışılmamış bağdaştırmaya örnek gösterilebilir. Şair “yalnızlık” kelimesini kullanarak “çok yalnızım, yalnızlık zor” gibi alışılmış bağdaştırmalar yapabilirdi. Ama bunlar, şairin hissettiği yalnızlığı tam anlamıyla dile getirmeye yetmeyeceğinden şair “Biliyorsun ben hangi şehirdeysem/Yalnızlığın başkenti orası” dizelerini kurarak yalnızlıktan kurtulmasının mümkün olmadığını anlatmak istemiştir. Öyle ki yalnızlıktan kaçmak için yaşadığı şehri bile değiştirse yalnızlığı onunla birlikte oraya da yerleşecektir: O şehir artık sıradan bir şehir olmaktan çıkacak ve yalnızlığın başkenti olacaktır. Yalnızlığın başkenti… Yani yalnızlığın merkezi, yalnızlığın dünyada en çok olduğu yer, yalnızlığın kalbi, beyni, her şeyi… Görüldüğü gibi şairin bu alışılmamış bağdaştırmaya başvurması, şiiri çağrışım bakımından da oldukça zenginleştirmiştir.
Çağrışım, sözlük anlamıyla bir düşünce, görüntü, varlık ya da göstergenin başka bir düşünce, görüntü, varlık ya da göstergeyi hatırlatmasıdır. Şiir dili açısından çağrışım, kelimelerin, şiirdeki kullanımlarına bağlı olarak söyleyişin ve sesin de yardımıyla kazandıkları anlam değerleridir. Bir şiiri okuyan kişiye o şiirdeki kelimelerin, kelime gruplarının, seslerin, imgelerin, mısraların ve bir bütün olarak şiirin kendisinin hatırlattığı, düşündürdüğü, hayal ettirdiği her şey, çağrışım bağlamında ele alınır.
Bir şair, ne kadar özgün imgeler bulursa bulsun, bu imgeleri çağrışım bakımından ne kadar güçlü kelimelerle ifade ederse etsin; okuyucu bu imgeleri anlayamıyor, şairin hissettirmek istediklerini hissedemiyorsa o şiirler “okuyucuya çağrışım bakımından oldukça yavan gelecektir. Çünkü çağrışım sonuçta okuyucuyla ilgili bir durumdur.
Bir okuyucunun düş gücü ne kadar zengin, bilgi birikimi ne kadar fazla, edebî duyarlıkları ne kadar gelişmişse okuyacağı şiirlerdeki özgün ve etkileyici imgelerin o okuyucuya çağrıştıracakları da o ölçüde zengin olacaktır. Şairler çağrışım gücü yüksek imgeler oluşturmak için genellikle edebî sanatlardan yararlanırlar.