♦ Kurmaca metinlerde olay örgüsü nasıl kişilerin varlığını gerekli kılıyorsa aynı şekilde bir mekânı da gerektirir. Kişileri mekândan, içinde yaşadıkları çevreden ayrı düşünemeyiz. Bu çevrenin betimlenmesi hem anlatının bütünlüğü için hem de okurun anlatıyı kavraması için önemlidir. Anlatılan hikâyenin bir kentte, kasabada, köyde, sokakta, evde, dağda, ormanda, çölde vs. geçtiğinin bilinmesi, okurun hayal gücünü ona göre yönlendirir.
♦ Kimi romanlarda mekân öğesi diğer öğelerin önüne geçmiş, romanın kişileriyle özdeşleşmiş; ya da asıl kahraman durumuna yükselmiştir. Örneğin Robenson Cruzoe, yaşadığı ada ile hatırlanır. Kiralık Konak‘ın Naim Efendi‘sini konağından ayrı düşünemeyiz. Ahmet Hamdi Tanpınar‘ın Huzur‘unda İstanbul, bir roman kahramanıdır.
♦ Mekân, geniş anlamıyla sadece kişinin yaşadığı çevre değil, aynı zamanda kültür ve uygarlığı yansıtan panoramik bir tablodur. Yazar, mekânı betimlerken olay örgüsünün yaşandığı dönemin yaşayış tarzını yansıtan birçok ayrıntıya yer verir, böylece eseriyle topluma ayna tutmuş olur.
♦ Anlatmaya bağlı metinlerin gelişim sürecinde mekân öğesine farklı işlevler yüklendiği görülür. Roman öncesi anlatılarda mekân büyük ölçüde hatta bütünüyle sanal ya da muhayyel bir âlemdir, ilyada Destanı‘nda, İlahi Komedya‘da, Dede Korkut Hikâyeleri‘nde, Hüsn ü Aşk mesnevisinde hep hayalî mekânlarla karşılaşırız. Bu metinlerde mekân, . olayların sahnesi, olaylar için gerekli olan fon aracı olmaktan öte bir işlev kazanmamıştır. Anlatıcı ya da yazarın mekânla ilgili verdiği ayrıntılar, okurun görme duyusundan çok hayal gücüne seslenir. Okur, mekânı zihninde kendi hayal gücü ve zevkine göre canlandırır.
♦ Rönesans‘la birlikte insanın evrene, hayata ve kendişine bakışı değişmiş; anlatı türlerindeki gelişmeye paralel olarak mekân öğesinin işlevleri de farklılaşmıştır. Ancak, mekânın gerçeğe uygun olarak yansıtılması 19.yüzyıldan itibaren mümkün olmuştur. Çünkü klasik akıma bağlı sanatçıların eserlerinde mekân statik bir görünümdedir. Romantikler ise mekânı, idealize ederek tasarlanmış bir çevre olarak çizmişler; duygu ve heyecanlarını yansıtmak için kullanmışlardır.
♦ İnsan merkezli ve nesnel mekân anlayışı realizm akımıyla birlikte gelişmiştir. Realist sanatçılar, 19. yüzyılın bilim anlayışının etkisinde kalmışlar ve insanın kişiliğinin oluşmasında çevrenin belirleyici bir rol oynadığını düşünerek çevre betimlemelerine son derecede önem vermişlerdir. Bu nedenle en ince ayrıntılara yer vererek sayfalar süren betimlemeler yapmaktan kaçınmamışlar, bunu gerçekçiliğin bir gereği olarak görmüşlerdir.