Okur merkezli eleştiri kuramlarına geçmeden önce, estetik tutum ve estetik yaşantı kavramları üzerinde durmamız faydalı olacaktır. Edebiyatın temelde iki işlevi (zevk vermek ve eğitmek) olduğunu, bu işlevlerden birincisinin (zevk vermenin) daha ağır bastığını iddia eden Romalı şair Horatius’tan (MÖ 65 -MÖ 8) günümüze dek edebiyat kuramcıları, düşünürler, şairler, yazarlar ve diğer sanatçılar bu konu üzerinde çeşitli görüşler ileri sürmüş; bunlardan bir kısmı edebiyatın zevk verme işlevi bir kısmı da eğitme ve bilgi verme işlevi üzerinde yoğunlaşmıştır. Yüzyıllar boyunca devam eden bu tartışma bir iki dönemi dışta tutarsak zevk verme işlevinin ağırlık kazanması yönünde sonuçlanmıştır. “Biz bir edebiyat eserini okumaktan zevk aldığımız için okuruz.” şeklinde özetlenebilecek bu anlayış, birçok tartışmayı da beraberinde getirmiş, özellikle on sekizinci yüzyıldan itibaren edebiyatın verdiği zevkin ayırıcı niteliklerinin neler olduğu, kaynağının ne olduğu, insanda bu zevkin nelere bağlı olarak oluştuğu üzerinde durulmaya başlanmıştır. Eleştirel felsefenin kurucu kabul edilen Immanuel Kant’tan (1724-1804) bu yana edebiyat eserlerini okumaktan alınan bu zevk estetik tutum ve estetik yaşantı kavramlarıyla açıklanmaya çalışılmıştır.
Estetik tutumun temelinde edebiyat ve sanat eserlerine faydacı bir tutumdan tamamen uzak kalarak yaklaşmak gerektiği anlayışı vardır. Yani bir şiir, bir roman, bir öykü sadece okumaktan zevk alınacağı için okunur. Bunun dışında edebî metinlerden bir şey beklemek, bir bakıma o eserleri çıkar gözeterek okumak, söz gelimi töre cinayetlerine değinen bir romanı bu cinayetlerin işlendiği yöreyle ilgili çeşitli bilgiler edinmek amacıyla okumak estetik tutumla bağdaşmaz. Estetik tutum, edebî eserden herhangi bir şekilde yararlanmayı, dikkati eserin kendisi üzerinden başka bir yere döndürmeyi uygun görmez. Eser, sadece keyif için, sadece zevk için okunur.
Estetik tutumla okunan bir eser, iyi bir eserse, okuyucuda bir yaşantının oluşmasını sağlar. Bu yaşantıya “estetik yaşantı” denir. Önceki zamanlarda da çeşitli edebiyat ve sanat kuramcıları tarafından üzerinde durulan bir kavram olan estetik yaşantıyı, kendinden önceki kuramcılardan farklı görüşler ileri sürerek bilimsel temellere oturtmaya çalışan kişi, İngiliz estetikçi I. A. Richards’tır(1893-1979).
Okuyucular ve eleştirmenler, herhangi bir eserin estetik değeriyle ilgili olarak görüşlerini belirtir ve söz gelimi “Bu, güzel bir eser.” derler. Richards’a göre “Bu, güzel bir eser.” şeklinde herhangi bir ifade kullanmak, aslında dilsel bir hatadır; bir konuşma pratiğidir. Richards’a göre böyle bir eserle ilgili olarak şunu söylemek gerekir: “Eser, bende güzel bir yaşantı meydana getirdi.” Çünkü eserin kendisinde güzellik (estetik değer) diye bir şey yoktur. Estetik değer, bir eserin kendi niteliklerine değil; insanda uyandırdığı duygulara (estetik yaşantıya) dayanır. Bir eserle ilgili olarak güzel dediğimiz bir şey, o eser gerçekten güzel olduğu için söylediğimiz bir şey değildir aslında. Güzel, o eserin bizde meydana getirdiği bir yaşantıda -estetik yaşantıda-bulduğumuz bir niteliktir. Güzelliğin eserin kendisinde bulunduğu sanısına kapılmak (“Bu, güzel bir eserdir ya da güzel bir eser değildir.” demek) dilin bizi sürüklediği bir yanılgıdır. Richards’ın bu tespiti ile Âşık Veysel‘in dile getirdiği güzellik algılayışı (“Güzelliğin on par’etmez/Bu bendeki aşk olmasa/Eğlenecek yer bulamam/Gönlümdeki köşk olmasa“) arasında paralellikler olduğunu söylemek sanırız yanlış olmaz.
Richards’a göre estetik yaşantı, kişideki birbirine zıt itilerin, duyguların, tavırların uyumu ve birbirini dengelemesi sonucunda ortaya çıkan psikolojik bir olaydır. Edebî metin kişideki bu uyumun oluşmasında sadece bir uyarıcı işlevi görür. Aslolan okuyucudur, okuyucunun yaşayacağı estetik hazdır.
Richards’a göre bir edebî eserin değeri; o eseri okuyan kişinin yaşayacağı estetik yaşantının değeri, büyüklüğü ve yoğunluğuyla doğru orantılıdır. Bir estetik yaşantının değerli, büyük ve yoğun olması ise o yaşantıyı oluşturacak itilerin sayısının çokluğuyla orantılıdır. Çok sayıda itinin işe karışmasıyla oluşan bir denge ve uyum hâli (estetik yaşantı), az sayıda itinin işe karışmasıyla sağlanan bir denge ve uyum hâlinden daha değerlidir. Çünkü çeşitlilikler ve zıtlıklar içinden daha büyük bir birlik sağlanmış olur.
Richards’a göre tezli romanlarda ve politik yönü ağır basan eserlerde itilerin azlığından kaynaklanan bir basitlik, bir estetik yaşantı yavanlığı vardır. Bunlarda çeşitlilikten ve farklılıklardan değil, ancak tek yönlülükten söz edilebilir. Zevkler, heyecanlar, duygular, itiler tek yönlü olunca da bir denge kurmaya imkân kalmaz. Çünkü bir yerde dengenin olabilmesi için o dengeyi sağlayacak zıtlıkların bir arada bulunması gerekir.
Richards’a göre edebiyat, duyguları anlatmak, duyguları uyandırmak, estetik yaşantı oluşturmak, kişide bir heyecan, zevk ve iti çeşitliliği yaratmak için vardır. Edebî eserin bilgi vermek gibi bir işlevi olamaz. Edebi eserden gerçekleri yansıtmasını, doğruları dile getirmesini beklemek söz konusu olamaz. Edebî eser açısından doğruluk, eserin kendi içindeki tutarlığıdır.
Okuru merkeze alan eleştiri kuramlarının en önemlileri şunlardır: