Milli Dil ve Önemi
Macarlar arasında uzun süre yaşayan bir dostum anlatmıştı: Orada en basit çırak okullarında bile Macar çocuklarına -gireceği sanat şubesi hakkında ameli (pratik) bilgilerden başka- tabii çok kısa ve fikri yetenekleri ile uygun bir derecede Macar tarih ve coğrafyası, Macar edebiyat tarihi okutulurmuş. Bu sayede kendi millî dil ve edebiyatını, millî tarih ve coğrafyasını bilmeyen kimselere adeta rast gelinmiyormuş. İkinci derecede ve yüksek mahiyette ticaret ve sanayi mekteplerine gelince oralarda da Macar edebiyat tarihi okutulması mecburi imiş… Dört taraftan Slav – Cermenlerle kuşatılmış bir avuç insanın milliyetlerini muhafaza etmeleri işte bu gibi tedbirlerle mümkün olabilir.
Milletlerarası iktisat mücadelesinde mağlup olmamak için sanayi ve ticarete, ameli meslek mekteplerine, ziraat kurumlarına fevkalade ehemmiyet veren Macarlar; Macar tarihini, lisan ve edebiyatını buralarda okutmakla elbette boş yere kafa doldurmak ve zaman öldürmek istemiyorlar. Yalnız, biliyorlar ki bir milletin düşmanlar ve rakipler arasında varlığını koruması, bağımsız millet hâlinde yaşaması, maddi müesseseleri kadar manevi müesseselerine de ehemmiyet vermekle olur. Lisanını, edebiyatını, tarihini bilmeyen bir adam; pekiyi bir çırak, mükemmel bir usta, mahir (becerikli) bir mühendis veya tacir (ticaretle uğraşan) olabilir fakat hiçbir zaman milliyetini müdrik (anlayan) ve onunla müftehir (övünen), kültürünü muhafazaya azimli “asrî (çağdaş) bir insan”, milletine faydalı bir fert olamaz. (…)
Bizim memleketten başka her yerde edebiyat, filoloji, felsefe, tarih ve coğrafya fakültelerinin o kadar ehemmiyetli olduğunun anlaşılması; bundan, yani bu fakültenin “millî kültür” ve “millî terbiye” merkezi olmasından ileri gelmektedir. Başka memleketlerde kendi tarihini, edebiyatını bilmeyen bir fen adamına tesadüf edemezsiniz; hâlbuki bizde kendilerini müspet (pozitif) ilimlere mensup gören birçok kimse vardır ki bunları bilmek şöyle dursun, hatta bilmemekle iftihar ederler… Bu vaziyetin tamamen “Orta Çağ“a ait bir düşünce olduğunu kendilerine anlatamazsınız. Başka memleketlerde bu kadar ehemmiyetli telâkki ve adeta kutsî bir değer verilen “millî lisan”, memleketimizde maalesef pek kıymetsizdir. Bunun derecesini anlatmak için Türk filolojisi sahasında şimdiye kadar hiçbir şey yapamadığımızı söylemek kâfidir.
Bugün elimizde ne mazbut (yazılmış) ve tedvîn (kitaplaştırılmış) edilmiş bir “gramer“imiz ne de güvenilir bir sözlüğümüz var. Millî Eğitim Bakanlığı, bir aralık karmakarışık ve manasız birtakım heyetler teşkil ederek bir “gramer” bir “sözlük“, bir “imla usulü” oluşturmak istemiş bu maksatla binlerce lira harcamıştı. Neticeyi sormayınız; sırf idari bir zihniyetle, ilmi usullere tamamen aykırı bir hareketle yapılan işler elbette iflasla sonuçlanır… Maarif Vekâletimizin (Millî Eğitim Bakanlığı), “bir dil heyeti” teşkil etmek üzere bulunduğu şu sırada, bu işin ciddiyetini ve zorluğunu bir defa daha hükümet adamlarımızın dikkat nazarı önüne koymayı faydalı görüyorum. Bence yapılacak bu gibi ilim işlerinde, kendimize mahsus usuller aramaktan ziyade başka memleketlerin ve başka milletlerin takip ettikleri yollardan gitmek hayırlıdır. (…) Diğer taraftan memleketteki bazı mütehassıslar (uzmanlar) ve alakalı Avrupa âlimlerine müracaat ederek;
1. Umumi bir Türk lehçeleri sözlüğü,
2. Tarihî ve iştikakî (karşılaştırmalı) bir Oğuz Türkçesi sözlüğü,
3. Türkçenin tarihi sarfı (yapı bilgisi),
4. Umumi Türk dili tarihi
oluşturmak için lazım gelen teşviklerde bulunulmalıdır. Bunlar, şüphesiz öyle birkaç sene içinde oluşacak şeyler değildir. Bu büyük teşebbüsler etrafında diğer birtakım ikinci derecede ve teferruata ait meseleler daha vardır ki onlar için bile birçok uzmanın yıllarca çalışmasına muhtacız. Anadolu’nun muhtelif sahalarında “diyalektoloji (lehçebilimi)” tetkikleri yaptırarak müstakil bir lehçeler haritasının esaslarını kurmak, lisan tarihi araştırmaları için gerekli edebî, lisanî, tarihî belgeleri bastırmak gerekir. Bu, Türk milleti için hayati bir ihtiyaçtır ve her ne zaman olursa olsun onu tatmin ihtiyacından uzak kalamayız. Şimdiden sağlam, muntazam, ilmi bir program dairesinde bu büyük işe başlayalım. Çeyrek asır sonra bunun ne muazzam ürünler verdiğini görürüz. Bu hususta bütün Avrupa milletleri aynı yoldan geçmişlerdir. Eğer bu yolu tutmayıp da “işi oluruna bırakacak” olursak teşebbüsümüzün derhal iflasa uğrayacağını da unutmayalım.
Fuat Köprülü