İslamcılık
♦ Osmanlı İmparatorluğu, Hristiyanlık ve Musevilik dinlerine mensup insanları bünyesinde barındırsa da büyük çoğunluğu Müslümanlardan oluşan bir devlettir. Osmanlı padişahı aynı zamanda “halife” olup yeryüzündeki bütün Müslümanların lideri, yani Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi (zıllullah)dir.
♦ Osmanlıdaki İslamcılık, gerçekte Osmanlıcılığın bir devamı gibidir. İmparatorluktaki sorunların fark edilmesinden itibaren padişaha sunulan raporlarda hep islam’ın ilk dönemindeki değerlere dönüşten söz edilmiştir. Tanzimat Dönemi’nin Osmanlıcıları da gerçekleştirilmesini istedikleri reformlarda, yine İslam kaynaklarından yararlanmaya çalışmıştır. Ancak Sultan Abdülaziz ve Sultan II. Abdülhamit dönemlerinde islamcılık daha bilinçli bir harekete dönüşmüş, devletin politik bir tutumu olmuştur.
♦ 1908’den sonra II. Meşrutiyet’in getirdiği özgür ortamda islamcılık bir fikir hareketine dönüşmüştür. Mısır’da Cemalettin Afganî ve Muhammet Abduh, Hindistan’da Seyyit Ahmet Han, Türkiye’de ise Ahmet Cevdet Paşa, Şehberderzade Filibeli Ahmet Hilmi, Şeyhülislam Musa Kazım, Sait Halim Paşa, Elmalı Hamdi Yazır, Şemsettin Günaltay ve Mehmet Akif Ersoy, bu fikrin başlıca temsilcileridir.
♦ Sırat-ı Müstakim, Sebilü’r-Reşat, Beyanü’l-Hak, Volkan dergileri etrafında oluşan bu hareket, İslamiyet’in modern dünyanın ihtiyaçlarını karşılayabilecek akla uygun bir din olduğunu, ilerlemeye en¬gel olmadığını, Orta Çağ’da kapanan “içtihat kapısı”nın yeniden açılmasıyla ve Müslüman dünyanın Batı’yı üstün kılan ilim ve tekniği alarak gerilikten kurtulacağını savunmuş ve bütün Müslümanların “ümmet” kavramı etrafında birleşmesini istemiştir.
♦ Önce Arnavutların daha sonra da İngilizlerle birlik olarak Osmanlıya başkaldıran Arapların imparatorluktan kopması, islamcılık ideolojisine büyük darbe indirmiş, bu hareket gücünü yitirerek milliyetçilik rüzgârının gerisinde kalmıştır.