İnsanoğlu, dille düşünür, dille hisseder; yaşadıklarını, düşündüklerini, hissettiklerini konuştuğu dilden yararlanarak başkalarıyla paylaşır. Bu yönüyle dil, millî kültürün ve kimliğin oluşmasında son derece önemli bir işlev üstlenir. Kültür ve sanat etkinlikleri, dille gerçekleştirilir. Tecrübeler, kültürel ürünler, bilimsel buluşlar; kuşaktan kuşağa dille aktarılır. Hiçbir dil, ilk ortaya çıktığı zamanki hâlini aynen devam ettirmez. Her dil zamana ve dilin konuşulduğu coğrafyaya bağlı olarak birtakım değişikliklere uğrar. Bu değişiklikler lehçe, şive, ağız gibi terimlerle ifade edilir.
Lehçe: Bir dilin metinlerle takip edilemeyen karanlık dönemlerinde kendisinden ayrılan kollarına lehçe denir. Türkçenin metinlerle takip edilebilen dönemleri, içinde bulunduğumuz zamandan Orhun Abideleri‘nin yazıldığı zaman dilimine kadarki tarihsel aralıktır. O hâlde Türkçenin lehçeleri için şunu söylemek olanaklıdır: Orhun Abideleri’nin yazılmasından önce Türkçeden ayrılan kollar, Türkçenin lehçeleridir.
Bir dille o dilin lehçeleri arasında ses, yapı, söz dizimi bakımlarından büyük farklılıklar vardır. Araya siyasi, coğrafi, tarihsel ve kültürel kopukluklar da girip bir dilin ayrı lehçelerini konuşan kişiler birbirlerini anlayamaz duruma geldiklerinde o lehçeler artık birer lehçe değil, dil kabul edilir. Türkçenin en önemli lehçeleri Çuvaşça ve Yakutçadır.
Şive: Bir dilin metinlerle takip edilebilen dönemlerinde kendisinden ayrılmış olup bazı ses ve şekil farklılıkları gösteren kollarına şive denir. Azeri Türkçesi, Özbek Türkçesi, Türkmen Türkçesi; Türkçenin şiveleridir. Günlük dilde “şive” kelimesi, “ağız“la aynı anlamı karşılamakta, bir dilin belli bir yöreye ya da etnik gruba bağlı olarak kazandığı farklı şekilleri anlatmaktadır: Karadeniz şivesi, Rum şivesi vb.
Ağız: Bir dilin bir yöreye ya da bir etnik topluluğa bağlı olarak ortaya çıkan kollarına ağız denir. Bir ülkedeki ağızlarla o ülkede kullanılan ortak yazı dili arasındaki değişiklikler, bazı kelimelerin farklı şekillerde söylenişleriyle sınırlıdır. “Geliyorum” kelimesinin “geliyom, geliyem, celiyrem, celeyrüm” şeklinde telaffuzlarının olması ağız farklılıklarından kaynaklanır.
Lehçe ve şiveler zamanla kendi yazı dillerini oluştururken her ağzın ayrı yazı dili oluşmaz. Bir ülkedeki ağızlardan herhangi biri, çeşitli nedenlerden ötürü o ülkenin ortak kültür dili durumuna gelir. Ortak dil, aynı zamanda resmî dil olur ve o ülkede yazı dili olarak kullanılır. Bilimsel dil o ülkenin yazı dili üzerine kurulur. Türkiye Türkçesinin yazı dili olarak İstanbul ağzı kabul edilmiştir.
Kendilerine özgü kültür, edebiyat ve medeniyetleri olan milletlerin, konuşma dillerinin yanı sıra tarihsel süreç içinde oluşmuş ve günümüze dek ulaşmış yazı dilleri de bulunur.
İnsanların sözlü iletişimde başvurdukları dile konuşma dili denir. Konuşma diliyle yazı dili çeşitli açılardan farklılıklar gösterir. Konuşma dilinde yazı dilinden farklı olarak ses tonu, söyleyiş tarzı; el, yüz ve vücut hareketleri de iletişim kurmada önemli bir işlev üstlenir.
Her ülkede farklı meslek grupları kendi aralarında ortak dilden belli ölçülerde farklı bir dil kullanır. Ortak dildeki kelimelere ve kelime gruplarına bir grubun verdiği yeni anlam ve değerlerle ya da bu grubun türettiği ya da uydurduğu yeni kelimelerle oluşan bu dil eskiden argo terimiyle karşılanırken günümüzde daha çok jargon terimiyle karşılanmaktadır. Günümüz Türkçesinde argo, her yerde ve her zaman kullanılmayan veya kullanılmaması gereken, çoklukla eğitimsiz kişilerin söylediği söz veya deyimlerden oluşan kelime dağarcığı anlamında kullanılmaktadır.