Bir Kadın Düşmanı Özeti Konusu

Bir Kadın Düşmanı Özeti Konusu kısaca ana fikri yorumlar alıntılar ne anlatılıyor sonu nasıl bitiyor türü nedir kaç sayfa

BİR KADIN DÜŞMANI

KİTABIN ADI : BİR KADIN DÜŞMANI 
KİTABIN YAZARI : REŞAT NURİ GÜNTEKİN 
YAYIN EVİ VE ADRESİ : İNKILAP KİTAP EVİ YAYIN SANAYİ VE TİC. A.Ş.
BASIM YILI : 2000

YAZARIN VE ROMANIN ÖNEMİ

Bir Kadın Düşmanı, Reşat Nuri Güntekin’in en çok okunan romanlarındandır. Bir özelliği de Reşat Nuri’nin mektup biçiminde yazdığı tek romanı olmasıdır. 

Romanda, güzel olduğu kadar zeki ve kurnaz bir kız ile kadınlara düşman gibi gözüken bir erkeğin hayat hikayesinden kesitler anlatılır. Kız, kadın düşmanı olarak bilinen erkeği, niçin bayanlara düşman olduğunu anlamaya, onu kendine âşık etmeye çalışır. Erkekse bu davranışa değişik yöntemlerle karşı koyar. Böylece bu roman vasıtasıyla Anadolu erkeğinin kadına bakışı yansır. Bu bakışla, geçen zaman içinde kadın-erkek ilişkilerinde nereden nereye geldiği irdelenir.

Roman iki kısımdır:

İlk bölümde Sâra, kendisiyle alakalı gelişen olayları babasına ve arkadaşı Nermin’e yazdığı mektuplarla anlatır. 
2. bölümde da Homongolos, ölen arkadaşı Necdet’e yazdığı mektuplar ile kimi gerçekleri açıklar, başından geçenleri arkadaşı ile paylaşır.

KİTABIN KONUSU:  Şımarık bir kızın bir hırs uğruna bir erkeği kendisine aşık etme ve onu yüz üstü bırakma planları.

ANA FİKİR: İnsanlara ders vermek amacıyla da olsa onların gururu ile oynamak ve hatta onların hayatlarına mal olacak hatalar yapmak insanlığa sığmayacak bir durumdur. Küçük hesaplar uğruna sonucu tahmin edemediğimiz davranışlarda bulunmamalıyız.

ÖZET
Sâra, Adnan Paşa’nın kızıdır. Adna Paşa, Erzurum’a atanmış bir askerdir. Erzurum’a atanınca da konağını taşıyıp götürmek ister, ancak koşullar uygun olmadığı için Sâra ve annesinin İstanbul’da kalmasına daha sonra gelmesine karar verir. Başlarda gitmeye çok istekli olan Sâra, kuzeni Vesime’nin evleneceğini duyunca her mektubunda onu Erzurum’a çağıran babasını kırmamak için çeşitli bahaneler ileri sürerek gelemiyeceğini bildirir. Sâra, babasına doktorlarının ve annesinin desteğiyle hastalandığı için durumunun bu yolculuğa uygun olmadığını bildirir. Sonra dayısı Rıza Bey’in kızı olan Vesime’nin düğününü bahane eder ve Erzurum’a gitmez.

Kuzeni Vesime’nin düğünü dolayısıyla İstanbul dışındaki dayısının yaşadığı çiftliğe gider. Dayısının çiftliği sahile üç çeyrek uzaklıkta bir zeytinliktir. Önceleri buradan pek hoşlanmaz. İstanbul’a dönmeyi bile düşünür. Ancak kasaba halkının büyük ilgisiyle karşılaşınca hemen dönme düşüncesinden vazgeçerek burayı sevmeye başlar. Sâra, Nermin’e yazdığı her mektupta kasabada gördüğü ilgiden ve yaşadığı olaylardan bahsetmeyi de unutmaz. Kuzeni Vesime ve Remzi Bey’in aşklarını gören Sâra bu durumu sıkıcı buluyormuş gibi görünsede içten içe onların bu mutlu halleri hiç başına gelmediği için kıskanır.

Güzelliğiyle kendini şımartmış biri olan Sâra, Vesime dışında hiçbir kızı güzel bulmadığını söyleyen Remzi Bey’e bir ders vermeyi düşünür ve onu kendisine hayran bıraktırır, sonra da bu yaptığından pişman olur. Bu arada çiftlikte günler çok neşeli geçmekte, her an olan biteni Sâra, arkadaşı Nermin’e mektupla bildirir. Bir gün çiftlikte bir eğlence düzenlenir ve bu eğlenceye her sene oraya kamp yapmaya gelen kapmçılarda çağırılır. Sâra, Remzi Bey ve nişanlısı Vesime Hanım’la gezerken yanlarından motosikletle geçen birinin kim olduğunu sorar.

Homongolos adında kadın düşmanı olarak bilinen bir kampçı olduğunu öğrenen Sâra bu kişiye ilgi duyar ve onunla tanışmak için bir daha ki yemeğe Homangolos’un da çağrılmasını sağlar. Bu kadın düşmanıyla bir sonraki eğlencede tanışır. Kadınlar hakkındaki düşüncelerine ve konuşmalarına sinir olan Sâra Homongolos’un kendisine aşık olmasını sağlayarak söylediği her söz için pişman etmeye karar verir. Annesini yanına aldığı için üzüntüsünü dile getirdiği mektuplar etkili olur ve annesinin İstanbul’a döneceğini bildiren bir mektup alır. Aslında babası Sâra’yı evlendirmek amacıyla annesini gönderir. Çünkü İstanbul’da iki ay kadar kalacak olan erkân-ı harp binbaşısı olan Kerim Bey’i misafir etmelerini ister.

Sâra’nın bu mektuba yanıtı ise olumsuz olur. Aslında Kerim Bey, Beylerbeyi’ndeki yalıdayken Sâra’nın flörtüdür. Sâra Homongolos’la hemen hemen her gün görüşmeye başlar. Bir gün çiftliğin bahçesinde Homongolos Sâra’ya meşhur şakalarından birini yapar. Kendini Homongolos tarafından kandırılmış, alaya alınmış diğer insanlar gibi hisseden Sâra ona tüm kadınların değerini göstermek amacıyla kendine aşık etmeyi iyice aklına koyar. Sâra, yavaş yavaş onu da etkisi altına almaya başlar. Sâra bu oyunda Handan, İsmet Hanım, küçük kuzeni Behire ve birkaç kişinin daha desteğini alır.

Bu arada Vesime’nin düğünü gerçekleşmiştir.Bir madalyonun içine spor dergilerinden Homongolus’un küçük portresini yerleştirir. Madolyonu kaybedip başkalarının bulmasını bu gizli aşkı bu yolla Homongolos da dahil herkesin duymasını sağlar. Amacı “Kadın düşmanını yakında ayaklarımın altında ezeceğim” sözünü söyleyebilmek, Homongolos’un evlilik teklifi yapmasına kapı açmaktır. Sâra o günden sonra Homongolos’la bir kez karşılaşmış ve kendisini ziyaret edeceğini bildiren bir not almıştır.

Ne var ki başarmaya az kaldığını düşündüğü sırada Sâra, Homongolos’un katıldığı bir motosiklet yarışında kaza geçirerek öldüğünü öğrenir ve çok üzülür. Aslında Homongolos, bu motosiklet kazasını bile bile yapmış, sevmekten ve Sâra’nın oyununa gelmekten çok korkmuştur. Bu gerçeği “Ölüye Mektuplar”da arkadaşı Necdet’e yazdığı mektuplarda açıklamıştır. Böylece ‘bir kadın düşmanı’ olarak bilinen Homongolos’un gerçek yaşamöyküsü de ortaya çıkmış olur.

Roman Hakkındaki Düşünceler:
Sâra’nın Homongolos’u elde etmek için kurduğu planlar takdire layıktır. Kişiler çok güzel ele alınmış ve olaylar birbirine bağlı olduğundan süreklilik sağlamıştır. Bence madalyonun iki yüzü olduğunu, dış güzelliğin getirdiği kibir ve ukalalığın nelere sebep olabileceğini, ego tatmini uğruna başkalarının hayatında büyük izlere sebep olunabileceğini çok iyi anlatan bir roman.

Romanın Kahramanları:
Sâra: Güzel, zeki, kurnaz, güzelliğiyle kendini şımartmış, İstanbul da modern bir hayatı olan kendi egoları adına insanları kullanmaktan çekinmeyen, yirmi altı yaşında bir bayan.
Ziya: Sâra’nın kendisine aşık etmek için çabaladığı kalbi buz tutmuş,otuz otuz beş yaşında sporcu bir adam.
Nermin: Sâra’nınbütün sırlarını paylaştığı yakın arkadaşı.
Remzi Bey: Amerika da tahsil görmüş, Ziraat Mühendisi dayısının damadı, Vesime’nin nişanlısı.
Vesime: Sâra’nın dayısının kızı, Remzi Bey’in nişanlısı.
Binbaşı Kerim: Sâra’nın en eski flörtü.

Romanda Zaman: Zaman belirtilmemiştir.

Romanda Mekan: Marmara’ da bir çiftlik.

Mekan Tasvirleri:
• Rıhtımın iskeleye epeyce uzak bir köşesinde durmuştuk.Ben arabanın içinde, o yerde, beyaz köpükler içinde kalan denizi seyrediyorduk.
• Nihayetsiz bir deniz… Buna mükabil sol tarafımızda fevkalade yakın bir sahil vardı.O kadar ki deniz kenarındaki kayalara tırmanmış keçiler bile farkediliyordu.Gözlerimi o topraklardan dakikalarca ayıramadım.
• Bu kadar süslü ve güzel bir tabiatı resimlerde bile nadir görmüştüm… Kalemle işlenmiş gibi nazlı kıvrımları, minimini koyları, burunları olan bir sahi… Denizde uzayıp giden uzun beyaz kumsalları suların üstüne sarkmış kayalar takip ediyor… Arkada yavaş yavaş yükselerek tâ uzaklara giden tepeler… Bu tepelerden bazıları sık ağaçlıklarla dolu bazıları esmerliklerinin derecesiyle birbirinden farkedilen hendese şekillerine taksim edilmiş…
• Biraz evvel yalnız esmerliklerin derecesiyle birbirinden ayrılan tarlalar sarı, mor, yeşil görünüyor, zeytinlikler büyüyüp derinleşiyor, kumsal, sedef parıltılarıyla yanıyordu.
• Buraların ne güzel bir denizi var Nermin… Kenarlar, üzerlerine kafile kafile deniz kuşları inip kalkan taş parçalarıyla dolu olduğu için bir hayli açıktan gidiyoruz.Fakat denizin derinliği o kadar az, sular öyle temiz ve şeffaf ki kumlar, yosunlar, beyaz çakıllar görünüyor.Suyun yüzeyindeki buruşuklar, güneş akisleri yeşil harelerle deinizin dibine vuruyor… Vapurun gölgesi fantasmagorik bir masal hayvanı heyulâsı gibi ayaklarımızın altında kayıp gidiyor.Karşı sırtlardaki ekilmiş tarlalar, şimdi daha renkli ve parlak görünüyordu.
• Vapur, zeytin ağaçlarıyla dolu bir burnu döner dönmez kasaba göründü.Kırmızı kiremitleri, güneşe karşı parlayan camlarıyla şirin bir yer…
• Bir kere, burası senin zannettiğin gibi sevimsiz, şiirsiz, ölü bir köy değil… İnsan, gerçi karaya ayak basınca yarı harap bir eski kasaba görüyor: Bozuk kaldırımların arasından çamurlu sular akan eğri büğrü dar sokaklar… Çarpılmış cephelerine asmalar, yahut tütün demetleri asılmış kerpiçten, yahut kararmış tahtadan, çürük çarık evler… Şalvarlı, poturlu bir alay işsizle dolu kahveler… Camekânları kirden, pastan adeta buzlucam halini almış mini mini dükkânlar…
• Köşkün arka tarafı meyve ağaçlarıyla dolu bir bahçedir… Kendi kendime ağaçların içindeki dar ve karanlık yollardan birini tutarak ağır ağır yürümeye başladım… Bu yol, koşu yerlerindeki pistler gibi bahçenin kenarında geniş bir daire çevirdikten sonmra aynı noktaya gelir…
• Karşı tarafta büyük bostan kuyusunun yanında dört, beş tane incir ağacı vardı. Fakat bunlar, öyle büyük şeylerdi ki uzun dalların birbirinin arasından geçirerek orada âdeta muhteşem bir çardak kurmuşlardır.
• Kurudere yolundan kasabaya gireken bir ince geçit vardır… Etrafı kayalarla kapalı üstü dallarla örtülü bir nevi tünel…
• Yarım saat kadar gittikten sonra bir küçük tepenin eteğinde durduk.Bizi kampa götüren dolambaçlı yokuşu yürüyerek çıkmak lazımdı.
• Kampa üç beş dakikalık bir mesafede küçük bir tepe var.Tepe diyorum ama, yukarıdan, mesela tayyare ile, seyredersen havuz sanırsın… Etrafı sık fundalıklarla çevrilmiş bir meydanlık tasavvur et… Toprağı sararmış cılız otlarla, kuru dikenler, küçük taşlarla dolu…