Bilindiği gibi Ahmet Haşim Türk edebiyatında sembolizmin en önemli temsilcisi olarak bilinir. Fecri Ati’nin de en büyük şairi. Aşağıda “Bir Günün Sonunda Arzu” Şiiri Açıklaması incelemesi tahlili mevcuttu. Bir Günün Sonunda Arzu Şiiri ne anlatılıyor konusu teması nedir diye merak edenler tüm sorularının cevaplarını aşağıda alacaklar. Haydi başlayalım
BİR GÜNÜN SONUNDA ARZU
Yorgun gözümün halkalarında
Güller gibi fecr oldu nümâyân,
Güller gibi… sonsuz iri güller…
Güller ki kamıştan daha nâlân.
Gün doğdu yazık arkalarından!
Altın kulelerden yine kuşlar,
Tekrarını eder ömrün ilân.
Kuşlar mıdır onlar ki her akşam,
Âlemlerimizden sefer eyler?.
Akşam, yine akşam, yine akşam,
Bir sırma kemerdir suya baksam;
Akşam, yine akşam, yine akşam,
Göllerde bu dem bir kamış olsam!
Ahmet Hâşim
“Bir Günün Sonunda Arzu” şiiri biri gül, diğeri kuş, öteki de akşam metaforu üzerine kurgulanmıştır, ilk dörtlükte şair ya da şiirin öznesi kendi yorgun ruh hali ile güller arasında bir ilişki kurmayı denemiştir. Gül sembolü belki de ilk defa bu şiirde alışık olunan ya da bilinen anlamının dışında farklı bir tarzda kullanılmıştır. Yorgun gözün halkaları ile gül çiçeğinin birbiri içine halkalanmış yaprakları arasında bir benzetme yapılmıştır. Yorgun göz, etrafını kaplayan halkalarla bir günün bitişi ile akşama ulaşan bir gülün durumunu andırmaktadır. Bu elbette Divan sembolizmine, gül mazmununa bir katkıdır. Şair, yorgun gözünün halkalarında – tıpkı güllerin sabah açıp akşamla birlikte içine çekilmesi, bir bakıma ömrünü tamamlaması gibi – bir günün batışını terennüm eder.
Manzumenin ikinci dörtlüğü kuş metaforu üzerine kurgulanmıştır. Fakat burada da kuş bildik anlamı dışında, kanatlı hayvanı değil, akşamın batışını, yani gurub vaktini temsil eder. Akşam bir kuş gibi geçip gider. Altın kuleler söz grubuyla şairin şiirlerinde kullanmayı pek sevdiği gurub vakti kastedilmiştir. Akşam vakti, güneşin son ışıklarının gurubda yarattığı altın kulelerde ömrün tekrarını ilan eder. Zira hemen her akşam bu manzara tekrar etmektedir.
Şiirin mekânının çöl ikliminin egemen olduğu bir coğrafya olduğu farz edilirse şiirin gurub bağlamı yerli yerine oturur. Her gün, akşamla birlikte âlemlerimizden sefer eden kuş(lar) gibidir, ipekböceğinin tırtıl sonra da kelebek olması gibi gün, sabah, öğle ve akşamla birlikte dünyamızdan ayrılır. Böylelikle şair sadece belli bir sembolizm içinde kalmaz. Sembole ulaşacak kendi alegorilerini de yaratır. Kuş alegorisi bunlardan biridir. Bu bakımdan Haşim’i salt sembolist saymak doğru değildir. O yeni bir sembolizm kurma peşinde olan bir şairdir.
Manzumenin son dörtlüğü akşam metaforu üzerine kurgulanmıştır. Akşam sözü altı kere tekrar edilir. Akşam kelimesi üzerinde şairin bu kadar ısrar etmesinin nedeni vardır, ilk dizede akşamın su sathında güneşin son ışıklarıyla oluşturduğu bir ışık oyunu dile getirilir. Bu bir sırma kemerdir. Yahya Kemal‘in Hayal Şehir şiirinde söylediği,
Güneşin vehmi saraylar yaratır camlarda
dizesi gibi bu batmakta olan güneşin tabiattaki son oyunudur.
Fakat bu dörtlüğe damgasını vuran şairin bir huzur ve ruh dinginliğine ulaşmak için söylediği son dizedir:
Göllerde bu dem bir kamış olsam!
Bu bir çöl imgesidir. Fakat şair çöllerdeki vahalarda bulunan göl imgesiyle çölü birleştirmiştir. Hayat da bir yanı ıstırap diğer yanı dinginlik olan bir kamış imgesine benzer. Kamışın kökleri sudadır fakat gövdesi ve başı güneşin hücumuna açıktır. Bütün gün güneşin kavurucu sıcak ve ışığı altında kavrulan kamışlar artık gecenin başlamasıyla birlikte serin ve dingin bir sürece geçerler. Başlarında serin bir rüzgâr, ayaklarında soğuk su vardır. Güneş, ışık ve başka rahatsız edici öteki unsurlar yoktur artık. Bu bir ruh dinginliğidir. Üstelik karanlık, gündüze ait bütün görüntüleri de silmiştir.
İnsanın, doğanın kendini dinlediği saatlerdir bunlar. Şiirin öznesi de böyle bir huzurun ve dinginliğin peşindedir. Akşamın davet ettiği güzellik buradadır. Öznenin akşamı sayıklamasının ardındaki iste de burada yatmaktadır. Bu bakımdan Hâşim’in akşamı, faraza Yahya Kemal‘in Cahit Sıtkı‘nın, Orhan Veli‘nin akşamından farklıdır. Hâşim’de akşam, ruhun konuştuğu saatlerdir. Onda gündüzün ve ışığın çırılçıplak bıraktığı eşyanın yalınlığından iz yoktur. Eşya şimdi yarı karanlığın yarattığı zengin bir algı dünyasının içindedir. Konuşan öznenin, ruhunun sesini dinleyen öznenin yaşama vakti gelmiştir. Bu çöl hayatına bağlı, gece yaşamaya mecbur bir imge dünyasının yansımasıdır. Bir günün sonunda öznenin duyduğu arzu kendisiyle baş başa kalma saadetidir. Başkalarına açık bir hayattan sadece kendine açılan bir hayata geçilir, ilginç olan Orhan Veli‘nin:
Rakı şişesinde balık olsam
dizesiyle alaya aldığı bu şiir, kendi sanat anlayışını ifade ederken aynı bağlamda bir göndermeyi içermesidir. Orhan Veli’nin rakı şişesinde balık olmayı istemesiyle Hâşim’in göllerde kamış olmayı istemesi arasında yaşanılan hayatın göndermeleri ve bunların bağlamı açısından bir fark yoktur.