Abdülhak Hamit Tarhan

  • Köklü bir aileden gelen, tarihçi Hayrullah Efendi’nin oğlu olan Hamit, İstanbul’da doğmuştur ve iyi bir eğitim almıştır. Doğu ve Batı ülkelerinde elçilik yapan ve çeşitli devlet görevlerinde bulunan Hamit, Cumhuriyetin ilanından sonra milletvekilliği de yapmıştır. Doğu ile Batı edebiyatı arasında geçişi sağlayabilecek kadar geniş bir kültüre ve hayal gücüne sahip olan Hamit, şiirlerinde aruzla birlikte heceyi de kullanmıştır.
  • Hamit; Recaizade Mahmut Ekrem‘le birlikte, Türk edebiyatının yenileşmesinde önemli adımlar atmış ve eski edebî geleneği taklit yoluna gitmemiştir.
  • Edebiyatımızın yeni bir ruh ve çehre kazanmasında Ekrem, işin genelde teorik yönünü işler ve geliştirirken Hamit, yazdıklarıyla bunları uygulamıştır.
  • Doğu ve Batı kültürünü tanıyan, ailesinin nüfuzuyla dış işlerinde – özellikle Paris’te – göreve başlayan Hamit; Namık Kemal ve Recaizade Mahmut Ekrem gibi yeniliğin iki ustasının mektuplarıyla sürekli desteklenmiş ve yüreklendirilmiştir. İşte Hamit bu kadar elverişli bir ortamda kendini edebiyata vermiş, hiçbir bağlayıcı kural tanımadan – biraz da ölçüsüz ve dağınık bir üslupla – sürekli yazmış ve edebiyatımızın yenileşmesi için elinden geleni yapmıştır. Eserlerinin yarısı tiyatro türünde olmasına rağmen Hamit’in sanatının özünde şiir yatar. Yeni edebiyatın bu yorulmaz kalemi, şüphesiz şiire, eski tarz denemelerle başlamıştır ancak o yolda yazdıklarını kitaplarına almaya gerek görmemiştir. O, Şinasi gibi, Namık Kemal gibi, hatta Recaizade gibi kaside, gazel yazma hevesine kapılmamış; daha ilk şiir kitabı olan “Sahra“dan başlayarak gerek konu, nazım şekli, kafiye kuruluşu ve ölçü bakımından hep değişiklik ve yenilik peşinde koşmuştur.
  • “Sahra”, kır ve köy hayatının (pastoral şiir) şiirleşmesi ile Türk şiirine yeni bir tarz kazandırırken manzumelerin kuruluşu da yenilik cephesine bir başka örnek olmuş; bu değişme, “Makber” ile düşünsel içeriğe de kaymıştır. Şinasi‘nin akla ve mantığa yönelen tavrı, Ziya Paşa’nın felsefi bakışı yanında Hamit, Makber ve sonraki şiirleriyle metafizik (doğa ötesi) düşüncenin kapılarını zorlamıştır. Hamit şiirlerinde; aşk, ölüm, doğa, vatan – millet sevgisi, felsefi ve metafizik düşünceler vb. temaları işlemiştir. Tanzimat Döneminde edebiyatımıza yeni kazandırılan edebî türlerden olan tiyatro, Hamit’in sanatında önemli bir yer tutar. Özellikle, ilk yazdığı “Macera-yı Aşk” ile son yazdığı “Kanuni’nin Vicdan Azabı” eserlerinin de tiyatro olması, onun tiyatroya ne kadar değer verdiğini açıkça gösterir. Üstelik eserlerinin büyük çoğunluğunu tiyatro oluşturur. Bunların bir kısmı manzum, bir kısmı ise mensur olarak kaleme alınmıştır. Bu arada onun manzum tiyatroya ağırlık vermesini, Batı’nın trajedi türüne olan hayranlığına bağlayabiliriz. Ayrıca burada onun manzum söze verdiği değeri de gözden uzak tutmamak gerekir. Mensur piyeslerinde bile araya manzum sözler karıştırması (Duhter-i Hindu, Tarık, Finten vb.) bu tutkudan ileri geliyor.
  • Hamit’in tiyatroları, sahne dili ve tekniğine uygun değildir; oynanmak için değil, okunmak için yazılmıştır. Hamit’in tiyatrolarının konuları genelde tarihten, yabancı toplumların hayatlarından ve hayale dayalı olaylardan oluşmuştur.
  • Hamit, edebiyatımıza pek çok eser kazandırmıştır ancak biraz itinasız, sistemsiz bir çalışma, biraz da dağınıklık ve savrukluk, Hamit’in sanatının bir başka özelliğidir; daha doğrusu büyük kusurudur. En büyük kusur ise dilde gösterdiği özensizliktir.
  • Victor Hugo, Shakespeare gibi sanatçılardan etkilenen Hamit’in eserlerinde romantizmin etkisi görülür.

ESERLERİ

  • Şiir: Makber, Ölü, Sahra, Hacle, Belde, Bunlar Odur, Kahpe yahut Bir Sefilenin Hasbihâli, Garam, İlhâm-ı Vatan, Validem, Yabancı Dostlar.
  • Mensur (Düz Yazı Şeklindeki) Tiyatroları: Macera-yı Aşk, Finten, Tarık, Sabr ü Sebat, İçli Kız, Duhter-i Hindu, İbn-i Musa,
  • Manzum (Şiir Şeklindeki) Tiyatroları: Eşber, İlhan, Tayflar Geçidi, Tezer, Turhan, Hakan, Nazife Nesteren, Liberte (Hece ile yazılmıştır.) Yâdigâr-ı Harb (Manzum-mensur)