Tarihteki ilk gazete, Roma Senatosu’nca MÖ 59 yılında 2000 kopya olarak çıkarılıp imparatorluğun değişik bölgelerine dağıtılan Açta Diurna‘dır. Çin’de Tang hanedanı döneminde dağıtılmaya başlanan Kai Yuan Za Bao adlı saray genelgesi de bir çeşit gazete sayılabilir.
15. yüzyılda matbaanın icadı gazete ve dergilerin hızla gelişmesinin önünü açmış, 16. yüzyılda Avrupa’da savaşlara tanıklık etmiş kimselerin birinci elden aktardıkları bilgilere yer veren birkaç sayfalık gazeteler yayımlandıktan sonra periyodik süreli ilk gazeteler 17. yüzyılın başlarında Almanya’nın bazı kentlerinde ve Belçika’nın Anvers kentinde basılmıştır. Johann Carolus‘un 1605’te yayımladığı Aller Fürnemmen und gedenckwürdigen Historien‘in, kâğıt üzerine basılan ilk günlük gazete olduğu kabul edilmektedir.
Dünyanın her yerinde ilk gazeteler tümüyle devlet denetiminde çıkmaya başlamıştır. Bunda hiç şüphesiz ekonomik etkenler kadar siyasi ve sosyal etkenler de önemli rol oynamıştır. Çünkü gazete, gerek haber yazıları gerekse köşe yazılarıyla toplumun bilinçlenerek siyasi iradeye karşı hak ve özgürlük mücadelesine girişmesine, bu da mevcut siyasi dengelerin değişmesine neden olabilirdi. Bunun farkında olan yöneticiler, gazeteleri uzun süre ya kendileri çıkarmış ya da kendi denetimlerindeki kişilere çıkartmışlardır. Özel gazetelerin yayımlanmaya başlanmasıyla birlikte haberleşmede ilk zamanlara göre daha özgür bir ortam oluşmuştur. Gerçi bu gazetelere de zaman zaman müdahalelerde bulunulmuş, bu gazetelerdeki kimi haber ve yazılar sansürlenmiş, bu gazetelerin sahip, yönetici ve yazarları cezalandırılmış, kimi zaman da bu gazeteler kapatılmıştır. Sansürün kaldırılmasıyla birlikte gazetecilikte yeni bir dönem başlamış; düşünce ve haberleşme özgürlüğü, zaman içinde modern toplumun ve demokratik devletin en belirleyici niteliği hâline gelmiştir.
İlk Türkçe gazete 1828’de Kahire’de Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa‘nın emriyle yayımlanmaya başlanan Vakayi-i Mısriye‘dir. Bugünkü Türkiye sınırları içinde Türkçe yayımlanan ilk gazete ise Takvim-i Vakayi‘dir. 1831’de haftalık bir gazete olarak yayımlanmaya başlanan “Takvim-i Vakayi“nin, kısa bir süre sonra Arapça, Ermenice, Farsça, Fransızca, Rumca baskıları da çıkmaya başlamıştır. Takvim-i Vakayi, devlet tarafından çıkarılan, dolayısıyla da devletin sözcülüğünü üstlenen, resmî bir gazetedir.
Ceride-i Havadis, Türkçe yayımlanan ilk yarı resmî gazetedir. 1840’ta yayımlanmaya başlanan Ceride-i Havadisin yarı resmî bir gazete olarak değerlendirilmesinin nedeni, bu gazeteyi çıkaran kişinin (William Churchill‘in) devletten bir miktar ekonomik yardım almasıdır. Osmanlı ve Batı dünyasından haberler veren, Batı dillerinden tercüme edilen makale ve şiirlere yer veren, vatandaşlar tarafından verilen ilanları yayımlayan, bünyesinde Batılı gazetelerde olduğu gibi muhabirler çalıştıran, hatta 1854 Kırım Savaşı’na bir savaş muhabiri göndererek cepheden haberler ileten Ceride-i Havadis, 1864’te kapanmıştır.
Bugünkü Türkiye sınırları içinde Türkçe yayımlanan ilk özel gazete “Tercüman-ı Ahvâl“dir. 1860’ta Şinasi ve Agâh Efendi yönetiminde haftalık bir gazete olarak yayımlanmaya başlanan Tercüman-ı Ahvâl, 25. sayısıyla birlikte haftanın üç günü, daha sonraki zamanlarda ise Ceride-i Havadis gazetesiyle rekabet edebilmek için haftanın beş günü yayımlanır olmuştur. Gazetede yazıları yayımlanan Şinasi, Ahmet Vefik Paşa, Ziya Paşa gibi edebiyat ve düşünce adamları, yazılarında çoğunlukla Osmanlı toplumunun geri kalma nedenleriyle ilgili düşüncelerini dile getirmişlerdir. Tercüman-ı Ahvâl, Batılı anlamda ilk Türkçe tiyatro eseri olan “Şair Evlenmesi“nin tefrika edildiği gazete olması yönüyle Türk edebiyat tarihi açısından da son derece önemli bir yere sahiptir. Gazete, Ziya Paşa’nm kaleme aldığı sanılan ve eğitim sistemine sert eleştirilerde bulunan bir yazı yüzünden Mayıs 1861’de iki hafta süreyle kapatılmıştır. Bu olay, Türk medyasında yayın durdurma cezasının ilk örneğidir. 792 sayı yayımlanan Tercüman-ı Ahvâl gazetesi, 11 Mart 1866’da kapanmıştır.
Tercüman-ı Ahvâl’in 24. sayısıyla birlikte bu gazeteden ayrılan Şinasi, 1862’de, Tasvir-i Efkâr gazetesini çıkarmaya başlamıştır. Şinasi 1865’te Fransa’ya gidince gazetenin yayımını sırasıyla Namık Kemal ve Recaizade Mahmut Ekrem sürdürmüştür. Gazete, Mayıs 1910’dan sonra Ebüzziya Tevfik tarafından Yeni Tasvir-i Efkâr adıyla bir süre daha yayımlanmış, 1825’te İstiklal Mahkemesi’nce kapatılıncaya dek aralıklı olarak ve değişik isimlerle yayımlanmaya devam etmiştir.
1867’de Ali Suavi, yönetimi sert biçimde eleştiren Muhbir gazetesini yayımlamaya başlamıştır. Ali Suavi’nin Avrupa’ya gitmesinden sonra yayımlanmasına Londra’da devam edilen Muhbir, Avrupa’da Türkçe yayımlanan ilk gazetedir. 1908’de II. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte gazetecilik sektöründe büyük bir canlılık yaşanmış; 1908-1909 yıllarında yayımlanan günlük gazetelerin sayısı 200’ü aşmıştır. İttihat ve Terakki Partisi’nin 1913’te yönetime el koymasıyla başlayan süreçte gazetelere uygulanan baskılar artmış, bu da birçok gazetenin kapanmasına neden olmuştur.
Kurtuluş Savaşı öncesi ve savaş döneminde İstanbul’da çıkan gazeteler siyasi tavır bakımından ikiye ayrılmıştır: Peyam-ı Sabah, Alemdar, İstanbul gazeteleri padişahı desteklerken Akşam, Vakit, Yenigün, İleri gazeteleri Ankara hükümetinin yanında yer almıştır. Atatürk, bu dönemde Sivas’ta İrade-i Milliye gazetesinin çıkarılmasını sağlamıştır. Bu gazete daha sonra Ankara’da Hakimiyet-i Milliye adıyla yayımlanmaya devam etmiştir.
Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte ülkemizde birçok yeni gazete yayımlanmaya başlanmıştır. Bugün Türkiye’de yüzlerce yerel gazete ile birçok ulusal gazete günlük olarak yayımlanmaktadır. 20. yüzyıldaki teknolojik gelişmeler; gazetelerin modern baskı makinelerine ve dağıtım sistemlerine kavuşarak kurumsallaşmalarını sağlamış, bu da tirajlarını hızla artıran gazeteler arasında büyük bir rekabetin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Süreç içinde telgraf, telefon, radyo, film, televizyon, bilgisayar gibi yeni buluşların da insan hayatına girmesiyle gazetelerin haber toplama ve bu haberleri sunma biçimleri, büyük ölçüde değişmiştir.
Gazetecilik açısından matbaanın icadı nasıl bir devrim etkisi yaptıysa görsel ve işitsel iletişimi olanaklı kılan iletişim teknolojilerinin, özellikle de İnternet’in icadı aynı etkiyi yapmıştır. Bu etkiyi şöyle somutlaştırabiliriz: Kısa süre öncesine kadar bazı gazetelerin, gün içinde birkaç baskı yaptıkları olurdu. Bunun nedeni gazetelerin baskıya günün ilk saatlerinde girmelerine karşın gün içinde ülke ve dünya gündemini etkileyen önemli olayların yaşanmasıydı. Bu durumda gazeteler yeni haberleri okuyucularına ulaştırmak için gün içinde bir ya da birkaç baskı daha yaparlardı. Günümüzde böyle bir durum söz konusu değildir. Çünkü bu ihtiyacı daha hızlı, güvenilir ve ekonomik şekillerde karşılayacak başka seçenekler vardır: Sadece haber yayını yapan televizyon kanalları, internet’teki bağımsız haber portalları, gazetelerin ve televizyonların sürekli güncellenen internet sayfaları; çağımız insanının bu ihtiyacını karşılayabilen seçenekler arasında en ön sıralardadır.
Bu durum, “muhabirlik”, daha kapsayıcı bir kelimeyle ifade edecek olursak “gazetecilik” mesleğinde bazı değişikliklerin yaşanmasını bir zorunluluğa dönüştürmüştür. Nitekim bundan 50 yıl öncesine kadar muhabirlik dendiğinde akla ilk gelen, “gazete” ve “dergi” kelimeleriydi. Muhabir “bir gazete ya da dergi için haber bulmaya çalışan, bulduğu haberleri yazılı metne dönüştüren kişi”ydi. Oysa şimdi muhabirlik dendiğinde gazete ve dergilerden çok “televizyon kanalları” akla gelmektedir. Yani günümüzde muhabirliğin temel işlevi değişmemekle birlikte -bu işlev, haber bulmak ve bulduğu haberi kamuoyuyla paylaşmaktır- çalışma ortamı ve koşulları büyük ölçüde değişmiştir. Eskiden haberlerini sadece yazılı basın yayın organları olan gazete ve dergiler için hazırlayan mu habirler, bugün bunları daha çok görsel yayın organları olan televizyon kanalları için hazırlamaktadırlar.
Günümüzde bir tek gazete ya da dergi yayımlamak, sadece bunların gelirlerinden ve yayımlanan reklamlardan hareket ederek o gazetenin ya da derginin giderlerini karşılamaya çalışmak, neredeyse olanaksız hâle gelmiştir. Bugün artık “x gazetesinden çok, “x medya grubu”ndan söz etmek mümkündür. Aynı anda birden çok televizyon kanalını, radyoyu, gazeteyi ve dergiyi kontrolleri altında tutan bu medya gruplarının, kamuoyunu yönlendirme noktasında son derece etkin bir rol üstlendiklerini belirtmemizde fayda olacaktır. Bu noktada bir gerçeğin daha altını çizmemiz gerekmektedir: Bu medya gruplarının patronları sadece medya sektörüyle ilgilenmemekte aynı zamanda bankacılık, sanayi ve ticaret alanlarında faaliyet gösteren birçok şirketin de patronluğunu yapmaktadırlar.
Bilindiği gibi bir ülkede egemenliği oluşturan üç kuvvet (yasama, yürütme, yargı) vardır. Günümüzde medya, anayasalarda ve yasalarda bu kuvvetler içinde tanımlanmasa bile gerçek hayatta dördüncü bir kuvvet gibi işlev üstlenmekte ve kendisini kamuoyu adına hükümetleri denetleyici bir kuvvet olarak görmektedir. Global dünyayla güçlü ilişkiler kuran ülkemizde de bu anlayışın yerleşmeye başladığını dördüncü kuvvet medya sözünün Türkçemizde sıkça kullanılır olmasından anlayabiliriz.
Gerçekten de medyanın, denetleme; ama bunun yanında kamuoyunu yönlendirme, etkileme ve dönüştürme noktasında çok büyük bir gücü vardır. Bu gücün kötüye kullanılabileceği gerçeğini göz önünde bulunduran bazı devletler, anayasalarında ve yasalarında çeşitli düzenlemeler yaparak bir ülkedeki gazetelerin ve diğer medya organlarının bütününe ya da çok önemli bir bölümüne bir tek kişinin ya da şirketin sahip olmasının önüne geçmeye çalışmış, bazı özerk kurumları (Türkiye’de RTÜK ve Rekabet Kurulu gibi) gerektiğinde bu medya organlarını denetlemek için yetkili kılmış, ayrıca verilen haberlerin başkalarının özgürlüklerine ve kişilik haklarına zarar vereceği durumlarda vatandaşlara bağımsız mahkemelere başvurma hakkı tanımıştır. Basın özgürlüğüne zarar gelmeyecek şekilde yapılan bu hukuki düzenlemeler yanında yayın kuruluşları da zaman içinde “basın meslek ilkeleri” adıyla bilinen kendi etik değerlerini oluşturmuş ve bunları “… gazetesi Basın Meslek ilkelerine uymayı taahhüt eder.” açıklamasıyla kamuoyuna duyurmuşlardır.