TÜRK EDEBİYATINDA BİYOGRAFİ VE OTOBİYOGRAFİ
Bütün toplumlarda olduğu gibi Türk toplumunda da hayat hikâyeleri metinlere konu olan ilk kişiler; yöneticiler, din büyükleri ve savaşlarda olağanüstü yararlıklar gösterdiklerine inanılan kahramanlardır. Bu kişilerin hayat hikâyelerini konu edinen metinlerin, günümüzdeki anlamıyla birer biyografi metni sayılabileceğini söylemek güçtür. Çünkü bu metinlerde kişilerin gerçek yaşam serüvenlerinin yanında, efsanevi kişilikleriyle biçimlenen eylem ve nitelikleri de anlatılmış, hatta birçok metinde olağanüstülükler, gerçeklerin önüne geçmiştir. Yazarların böyle bir tutum takınmalarının nedenini, bu metinlerin oluşturuldukları dönemin hâkim zihniyetinde ve gerçeklerinde aramak doğru olacaktır. Eski çağların, kahramanlara ve örnek kişilere çok fazla ihtiyaç duyulan bir zaman dilimi olduğu düşünüldüğünde bu dönemde yaşamış bazı kişilerin yüceltilerek kahramanlaştırılmasının ve toplumlarına birer model kişi olarak sunulmasının bir zorunluluktan kaynaklandığı düşünülebilir. Kişilerin, olağanüstülükleri olağan hâle getiren birer destan kahramanı gibi anlatılması, o dönem toplumlarının öz güven ihtiyacı bağlamında değerlendirilmelidir.
Bilinen en eski biyografi metnini Yunan tarihçi ve felsefeci Mestrius Plutarchus’un (MS 46 -120?), ilk otobiyografi metnini ise Aziz Augustinius olarak da bilinen filozof, tanrı bilimci, rahip Aurelius Augustinius’un (354 – 430) yazdığı kabul edilir.
Biyografi metinlerinin Türk edebiyat tarihindeki gelişim sürecinin daha iyi anlaşılabilmesi için eski dönemlerde oluşturulan bazı metin türlerinin bilinmesi gerekmektedir. Bu metin türlerinin en önemlileri şunlardır:
1. Siyer Kitapları: Sözlük anlamı “tavır, hareket, hayat tarzı, vaziyet, hâl, ahlâk” olan “siyer“, zaman içinde sadece Hz. Peygamberin hayatı anlamında kullanılmış ve bu amaçla yazılan eserlerin genel ismi olmuştur. Siyer kitapları, Hz. Peygamberin hayatının bütün yönleriyle ele alındığı ve anlatıldığı kitaplardır. Türkçe ilk siyer kitabı, Erzurumlu Kadı Mustafa Oarîr’in 1388’de Mısır’da yazdığı “Sîretü’n-Nebî“dir (Kitab-ı Siyer-i Nebi).
2. Kısâs-ı Enbiyâlar: Peygamberlerin hayatlarının, kıssalarının ve mucizelerinin anlatıldığı kitaplara genel olarak “kısâs-ı enbiyâ” denir. Rabguzi’nin 1310’da Çağatay Türkçesiyle yazdığı “Kısasü’l-Enbiya” ile son dönem Osmanlı tarihçi ve hukukçularından Ahmet Cevdet Paşa’nın yazdığı “Kısas-ı-Enbiya“, bu türdeki Türkçe kitapların en önemlileridir.
3. Tezkiretü’l Evliya, Menâkıbnâme ve Velâyetnâmeler: Tasavvuf büyüklerinin hayatlarının ve kerametlerinin anlatıldığı kitaplardır. Sinan Paşa’nın (1440-1486) “Tezkiretü’l-Evliya“sı, bu tür eserlerin en önemlilerindendir.
4. Destanî Hikâyeler: Bunlar, din uğruna yapılan savaşlarda üstün başarılar gösteren kişilerin mücadelelerinin menkıbevi bir dille anlatıldığı kitaplardır. Hamzanâme, Battalnâme ve Danişmend-nâmeler; bu türden eserlerdir.
5. Şuarâ Tezkireleri: Bunlar, şairlerin hayatlarının, eserlerinin ve edebî niteliklerinin belli bir düzenle anlatıldığı, şiirlerinden örnekler verildiği eserlerdir. Çağatay Türkçesinin en önemli temsilcisi olan Ali Şir Nevâî tarafından 1491’de yazılan Mecâlisü’n-Nefâis, Türk edebiyatındaki ilk şuarâ tezkiresidir. Anadolu’da ilk şuarâ tezkiresi Sehî Bey tarafından 1538’de kaleme alınan Heşt Behişt‘tir. Lâtîfî ve Âşık Çelebi‘nin tezkireleri de bu türde yazılmış önemli eserler arasındadır.
Şuarâ tezkireleri, Türk edebiyatındaki ilk biyografi metinleridir. Buradan yola çıkarak Ali Şir Nevâî‘nin Mecalisü’n-Nefâis‘inin de Türk edebiyatındaki ilk biyografik eser olduğunu söyleyebiliriz. Gerçi yukarıda da belirttiğimiz gibi, “Mecâlisü’n-Nefâis‘ln yazılmasından önce de kişilerin hayat hikayeleriyle ilgili birçok metin kaleme alınmıştır. Ancak bu metinlerin bir bölümünü destansı niteliklerinin ağır basması, bir bölümünü de tarihsel metinlerle büyük ölçüde benzerlik göstermesi bakımından biyografi metinleri içinde değerlendirmek çok güçtür.
Biyografi kitaplarının sayısında, Tanzimat’la birlikte belirgin bir artış yaşanmış, günümüze dek yüzlerce biyografi kitabı yazılmış, ayrıca ansiklopedilerin, edebiyat tarihlerinin vb. kitapların içinde binlerce biyografi metnine yer verilmiş, İnternet kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte sadece biyografik metinlerin yer aldığı birçok site kurulmuştur. Biyografide nitelik ve nicelik bakımından ulaşılan bu seviyeye, otobiyografi metinlerinde ulaşılamamıştır. Bu anlamda ülkemiz yazarlarının metinlerinde sadece kendilerini değil; kendileriyle birlikte dönemlerini ve çevrelerini de merkeze alarak anılarını anlatmayı tercih ettiklerini söyleyebiliriz. Aziz Nesin‘in Böyle Gelmiş Böyle Gitmez, Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu’nun Hayatım, Hasan Cemal’in Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım isimli eserleri otobiyografik nitelikleri ağır basan metinlerdir.
BİYOGRAFİ ÖRNEĞİ:
Âşık Çelebi ve Kâtibî ile ilgili aşağıdaki metinler, 16. yüzyıl tezkirecilerinden olan Lâtifî’nin, daha çok Lâtifi Tezkiresi diye bilinen Tezkiretü’ş-Şuarâ ve Tabsıratü’n-Nuzemâ isimli eserinden alınmıştır. Yazar, ilk kuşak biyografi metinleri arasında yer alması yönüyle Türk edebiyat tarihinin önemli metinlerinden sayılan bu eserinde, şairler hakkında bilgi verirken genel olarak şöyle bir yol izlemiştir: Yazar, incelediği şairlerin asıl isimlerini, memleketlerini karakteristik çizgileriyle hayat hikâyelerini, görevlerini, eserlerini belirtmiş; bazen şairle ilgili bir anekdota ya da şiirlerinin özellikleriyle ilgili bazı bilgilere, sonda da şairin değerine göre şiirlerinden seçilmiş birkaç beyte yer vermiştir. Yazar, beğenilerini ve eleştirilerini çoğunlukla gerekçelendire-rek dile getirmiş, beğendiği şairlerle ilgili övgü dolu sözler söylerken genellikle mübalağalı bir dil kullanmıştır.
Âşık Çelebi Bursa’dan, bilginler zümresinden ve çağımız şairlerindendir. Halk arasında Nattazâde adıyla bilinip tanınır. Soyu yüce olup gerçek seyyidlerdendir. Bilgi ve olgunluğundan başka, şiiri, nesri ve gönül çeken gazelleri vardır. Hüseyin Vaiz’in Ravzatü’ş-Şühedâ adlı kitabını Farsçadan Türkçeye çevirmiş, münasebet düşürüp uygun yerlerine ayet, hadis ve erenlerin menkıbelerinden yararlı pek çok şeyi, bu tercümeye ilâve etmiştir. Bu birkaç matla, onun yeteneğinin ürünüdür:
Ar eder ben zerre-i sergeşteden ol âfitâb
Mihrim efzân olduğunca benden eyler ictinâb
Jaledir demiş dür-i dendânın ey hokka dehen
Goncaya incinme oldur anın ağzına düşen
Arız olmuş çeşm-i dildâra remed tutmuş nikâb
Sandım anı göricek nımi tutulmuş âfitâb
Âşık işitsek yanar ve vehm âteşinden canımız
Korkarız ol mübtelâdan kim seve cananımız