1856 ISLAHAT FERMANI
Bazı devlet adamlarının Batılılaşmanın kaçınılmaz bir zorunluluk olduğu hakkındaki kesin inanç ve davranışlarının bir sonucu olan 3 Kasım 1839 tarihli Tanzimat Fermanı’nı, 28 Şubat 1856’da ilan edilen Islahat Fermanı takip etti ancak Tanzimat Fermanı’nın dayandığı esasları bir kere daha söyledikten sonra onları çok daha genişleten bu ferman, Osmanlı hükümetinden gelen bir girişimin değil; Batılı devletlerden gelen bir baskının ifadesidir.
İngiltere, Fransa ve Sardunya Krallığı ile birlikte Ruslara karşı yapılan ve zaferle sonuçlanan Kırım Savaşı (1854-1855)’nın sonunda, bu savaşa Osmanlı imparatorluğu ile birlikte katılmış olan Batılı devletler, barış masasına oturulmadan önce Osmanlı Devleti’nin Tanzimat Fermanı’nı daha kuvvetle belirten yeni bir ferman çıkarmasını zorunlu görmüşlerdi. Bu zorunluluk da onlara göre şundan ileri geliyordu: Öteden beri, iktisadi menfaatlerini genişletmeye bir bahane bulmak amacı ile Fransa, İmparatorluktaki Katolik halkın; İngiltere Protestanların ve Rusya da Ortodoksların koruyucusu olarak görüyorlardı kendilerini.
Batılı devletler, barış görüşmeleri sırasında Rusya’nın imparatorluktaki Hristiyanların Müslümanlarla eşit tutulmadığını ileriye sürerek barış şartlarını kendi lehine çevirmeye çalışacağı düşüncesi ile Osmanlı yönetiminden, Tanzimat Fermanı’nın, Hristiyan azınlıkların hakları bakımından genişletilmesini istediler. Bu istek, gerçekte, Rusya’nın muhtemel bir tutumunu bahane ederek Fransa ile ingiltere’nin imparatorluktaki menfaatlerini sağlamakta kullandıkları Hristiyan halkı daha iyi bir duruma getirmek suretiyle hem bu halkı ve hem de Hristiyan olan kendi halklarını memnun etmek içindi, işte böyle bir ortak siyasetin baskısı altında meydana gelen 28 Şubat 1856 tarihli Islahat Fermanı, Tanzimat Fermanı’nın prensiplerini tekrarlamakla birlikte Hristiyanlara “devlet memuru olmak, kendi dillerinde öğretim yapmak ve içlerinden isteyenlerin çocuklarını devlet okullarında okutmak” haklarını da tanıyordu. Böylece imparatorluk halkı; medeni ve siyasi haklar bakımından, din ve milliyet farkı gözetilmeksizin tam anlamıyla eşitliğe ve demokratik düzene ait esasların önemli bir kısmına sahip oluyordu.