TANZİMAT’IN İLANI
Tanzimat; Osmanlı Devleti’nin öteden beri haberli olduğu Avrupa medeniyetini, bütün Türk-Osmanlı halkı ve hayatı için kabul etme yolundaki bir devlet hamlesidir.
Bu hareket, ilk bakışta, Osmanlı’nın Avrupa medeniyeti dairesine girmesi gibi görünür. Gerçekte Tanzimat; Avrupa medeniyetinin, birtakım siyasi, askerî ve iktisadi baskılarla kendini Osmanlı’ya kabul ettirmesidir.
Askerî bozgunlar, siyasi yenilgiler, iç isyanlar ve dış baskılar sonucunda bütün yurdu kapsayan sosyal ve iktisadi bunalım, artık Avrupa’nın teknik ve kültür bakımından Osmanlı’dan üstün bir duruma geldiğini ortaya koymuştur.
Dünya tarihini askerî üstünlükleriyle dolduran Türklerin üst üste yenilgilere uğrayışı, hem ordunun hem de orduyu yöneten siyasi ve askerî teşkilatın artık ıslah edilmesi gereğini ortaya koyuyordu.
Batı ülkelerinde bir yandan büyük endüstri, o büyüklükte bir hız kazanıyor; bir yandan da aynı endüstri, kendine yeni kaynaklar ve pazarlar arıyordu. İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya gibi kapitalist ve emperyalist devletlerin siyasi ve iktisadi rekabetleri, Osmanlı İmparatorluğu gibi müstemleke olmaya çok elverişli, geniş sahaları ve zengin kaynakları bulunan cazip bir coğrafyayı elbette boş ve rahat bırakamazdı.
Milletlerinin dinî taassubundan da faydalanan bu devletler, Osmanlı’yı önce askerî güçle esir etmeye çalıştılar fakat imparatorluğun coğrafi durumu, sahip olduğu toprakların, özellikle hükümet merkezinin kurulu bulunduğu Boğazlar coğrafyasının herhangi bir Avrupa devletinin eline geçmesine imkân bırakmıyordu.
Osmanlı’ya saldırarak Boğazlar’ın hâkimiyetini elde edebilecek her devlet, öteki Avrupa devletlerinin müdahalesiyle geri çevriliyordu.
Bu durum, bilhassa Mısır meselesinde ortaya çıktı. Son asırlarda, Osmanlı’nın askerî yorgunluklar içinde bunalmasına en çok Rusya sebep olmuştu. Rusya, Kavalalı Mehmet Ali İsyanı’nı bastıramayacak hâle gelen Osmanlı hükümetine yardım bahanesiyle Osmanlı’nın koruyucusu ve hatta hâkimi olabilecek, siyasi ve askerî bir imkân elde etmişti. Kavalalı isyanı karşısında telaşlanan Sultan Mahmut, Rusya ile Hünkâr İskelesi Antlaşması’nı imzalayarak bir nevi Rus himayesini kabul eden bir anlaşma yapmıştı (1833).
II. Mahmut ölmüş ve tahta genç hükümdar Abdülmecit geçmişti. Bu sıralarda Osmanlı Devleti de yavaş yavaş Batılı bir çehre almaya başlamıştı. Osmanlı ordusunun Batılı yöntemlerle ıslahına çalışılıyor; özellikle Rusya’nın “Hasta Adam” dediği Osmanlı’nın benzine yeni bir renk ve can geliyordu. Rusya; Osmanlı’nın, hem de Batılı yöntemlerle dirilerek yeniden kuvvetli devlet olması korkusu içindeydi. Nitekim daha fazla beklemeyerek öteki Avrupa devletlerine rağmen, Moskova Hükümeti 1853’te Osmanlı’ya yeni bir savaş ilan etti. “Şark Meselesi”, işte bu savaşta tamamıyla açığa çıktı.
Osmanlı’nın Rusya’ya esir düşmesini istemeyen ve bunu devletler dengesi bakımından çok tehlikeli bulan İngiltere ve Fransa, Osmanlı’nın tarafını tutarak ordu ve donanmalarını Rusya üzerine yolladılar ve Osmanlı Devleti için savaştılar. Sivastopol etrafında yapılan ve “Kırım Savaşı” olarak anılan bu karakteristik muharebe, hem imparatorluğun yaşayacağını hem de ıslah edildiği takdirde Osmanlı Ordusu’nun, kendi tarihî gücüne tekrar ulaşacağını ortaya koydu. Yine bu asrın sonundaki Paris Antlaşması’nın 4. maddesi gereğince Osmanlı Devleti, Avrupa Genel Hukuku’na dâhil edilerek Avrupa Devletleri Siyasi Heyeti’ne kabul ediliyordu. Ancak aynı antlaşmanın diğer maddelerinde Osmanlı Devleti, Eflak – Boğdan Prensliği’nin din, mezhep ve ticaret hürriyetini garanti ediyor; Sırbistan Beyliği’ne de aynı hakların tanınması maddesini imzalıyordu. Böylelikle Osmanlı Devleti, İmparatorluk dahilindeki bütün Hristiyan halkın bu çeşit haklarını tanıyacağına ve koruyacağına dair Avrupa devletlerine söz vermek zorunda bırakılıyordu.
imparatorluk topraklarında, hâkim Türk milletinden başka, Sırplar, Romenler, Bulgarlar, diğer islavlar, Yunanlılar, Arnavutlar gibi genelde Hristiyan olan yabancı kavimler vardı. Balkanlarda bunlar, yer yer Türk halkının çok yoğun olduğu şehirlerde ve Türklerle birlikte ve Türk vatanında yaşıyorlardı. Bu kavimler arasına özellikle Fransız ihtilali’nin doğurduğu milliyetçilik, hürriyet, hukuk, demokrasi vb. düşünceler Avrupalılar tarafından sokulmuştu.|Avrupalılar, bütün bu hukuki ve iktisadi hakların, Müslüman Türkler için olmasa bile, Türk hakimiyetindeki Hristiyan uluslar için uygulanmasını istiyor, bunu açık ve kapalı bir şekilde antlaşma maddelerine koyuyor ve Osmanlı Devleti’ne kabul ettiriyorlardı. Böyle bir durum, Osmanlı Devleti’ni, geçici bir süre için yaşatsa bile bütün iktisadi imkânlarını kaybeden ve her türlü kazanç olanaklarını Hristiyan halka bırakmak durumuna düşürülen Türk milletini perişan edebilirdi. O hâlde Avrupalıların, Osmanlı’nın hükmü altında bulunan Hristiyanlar için istedikleri bu hukuki ve iktisadi serbestliği, imparatorluğun mevcut kalkınma ve yaşama şartları içinde, bütün Türk milletine vermek gerekiyordu. Hâlbuki o yıllar için bu kolay bir iş değildi çünkü daha önce yapılmak istenen bugünkü yenilikler, büyük isyanlarla baltalanmıştı. Bu uğurda padişahlar öldürülmüş, vezirler parçalanmıştı. Buna rağmen durumun ciddiliğini, Avrupa’da yaptığı temaslarda, çok iyi kavrayan zamanın hariciye nazırı Mustafa Reşit Paşa ile onunla fikir birliği kuran birkaç devlet adamı, Türk milletini kurtarmak ve kalkındırmak azmiyle harekete geçtiler. Rusya’nın Türkiye’ye karşı büyük koz olarak kullandığı Hristiyan halkın, bizim elimizde mağdur hatta mazlum mevkide olduğu iddiasını ve güya onları bu zulümden kurtarmak için giriştiği, maddi, manevi, politik ve askerî baskıları ele aldılar. Devrin bu konularda çok uyanık hükümdarı, Sultan Abdülmecit’le de anlaşarak 1839’da, Türkiye’de Hristiyanlar’a verilecek hukuki ve iktisadi hakları bütün Türk ulusuna vermek için büyük ve cesur bir hamle yaptılar ki Tanzimat denilen inkılap, işte bu hamle ile başladı.
3 Kasım 1839’da Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa, İstanbul’da Topkapı Sarayı önündeki Gülhane Meydanı’nda Gülhane Hatt-ı Hümayunu denilen bir ferman okudu. Böylelikle, yine devlet eliyle yapılan bir inkılabın ilk adımını attı. Bu ferman okunurken büyük tören yapılmış; meydana yabancı devlet elçileri, konsoloslar davet edilmiş ve büyük bir halk kitlesi toplanmıştı.
Tanzimat’ın ilanının, halkın isteği veya desteği olmadan yapıldığı doğrudur. Parlamenter rejime girmemiş, basını, derneği, sendikası, kamuoyunu temsil eden kurumları olmayan bir memlekette yenileşmenin farklı şekilde olması da düşünülemezdi.