Zaman kavramı, insan zihnini en fazla meşgul etmiş kavramlardan biri, belki de en önemlisidir. Bu kavram, sadece felsefenin değil, aynı zamanda, matematik ile fiziğin, hatta bilimsel gelişmelere paralel olarak diğer birçok disiplinin gündeminde yer almış, her disiplinin kendi bakış açısından değerlendirilmiştir. Ancak bütün izah ve yorum çabalarına rağmen, zaman kavramı, “tanımlanması en zor kavram” olarak kabul edilmiştir. Böyle bir niteliğe sahip olan zaman kavramı, öteden beri gizemli bir değer olarak görülmüş ve düşünenler üzerinde hayranlık uyandırmıştır.
Permenides-Platon-Aristo geleneğinde zaman, mutlak ve parçalanmaz bir güç olarak kabul edilmiş ve zaman ile fiziksel dünya (mekân) arasında mutlak bir bağın olduğuna inanılmıştır. Nevvton, zamanı mekândan ayrı düşünmeşine rağmen, o da zamanın mutlaklığını, değişmez bir bütün olduğunu kabul etmiştir. Ancak Nevvton’un zamanı mekândan bağımsız olarak görme anlayışı, her halükarda bir yeniliktir, bir aşamadır. Onun savunduğu görüşün etkisi, 20.yüzyılın ilk çeyreğine kadar sürer. Einstein, Nevvton‘un tersine, zamanın uzaydan (mekândan) ayrı düşünülemeyeceğini ve mutlak olmadığını ispat eder. Einstein’ın zihinlere taşıdığı görüşle, insanlığın evrene bakışı kökten değişir. Ancak bu durum zaman konusundaki tartışmaların bittiği anlamına gelmeyecektir. Zira Bergson, Wittgenstein ve Whitehead gibi filozoflar zaman konusunda farklı bir açıklama ve yorum getirirler. Özellikle Bergson‘un savunduğu görüş, en azından sanat, daha çok da anlatı ve anlatım teknikleri açısından dikkate değer yeniliklere kapı açmıştır. Bergson, zamanın her şeyden önce standart bir değer olarak görülmesine karşı çıkar. Onun nazarında “saat”, zamanın parçalanmasıdır ve bu durum, eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü zaman; duran, sekteye uğrayan, donuk bir şey değildir. Zaman, süren, devam eden bir şeydir. Bu nedenle “ân” değil, “süre” yahut devamlılık önemlidir.
Mehmet Tekin, > Roman Sanatı (Romanın Unsurları)
♦ Anlatmaya dayalı metinlerin hiçbiri zaman gerçeğinden bağımsız bir biçimde kurulamaz. Dinleyenlere zamanın dışında oluşmuş bir metin olduğu izlenimini veren masal türü bile “Evvel zaman içinde kalbur saman içinde” tekerlemesiyle başlayarak zaman gerçeğine bağlanmış olur. Ancak zamanın yorumlanması her anlatı türünde farklılıklara yol açmıştır. Örneğin destanda ve masalda zamanın “blok” olarak kabul edildiğini, romanda ise nerdeyse “an‘ın ötesine taşınmak istendiğini görürüz. Masalda kahramanın doğumu ile gençlik dönemi arasındaki süre iki cümleyle anlatılırken, romanda kahramanın sadece 24 saati bir ciltte anlatabilmektedir.
Olay Zamanı
♦ Anlatmaya dayalı her metinde nakledilen hikâye belli bir zaman dilimi içinde geçer. Bu zaman dilimi, bir an parçası da olabilir, çok uzun bir zamanı da kapsayabilir. Bu zamana “olay zamanı” denir. Örneğin Kuyucaklı Yusuf adlı romanın hikâyesi 1903’te başlayıp Birinci Dünya Savaşı yıllarında sona erer; yani yaklaşık on beş yıl süren bir zamanı anlatır.
Nesnel Zaman
♦ Anlatmaya dayalı metinlerde zaman öğesinin nesnel-tarihî boyutu da vardır. Acaba metinde anlatılan hikâye, tarihin hangi dönemini yansıtmaktadır? Örneğin Reşat Nuri‘nin Yeşil Gece adlı romanı, nesnel-tarihî zaman bakımından Türk toplumunun 1908-1923 yılları arasını kuşatır. Kemal Tahir‘in Devlet Ana‘sı Osmanlı Devleti‘nin kuruluş yılları olan 13. yüzyıl sonları ile 14. yüzyıl başlarını yansıtır. Nesnel-tarihî zamanın destanlardaki belirsizliği, destanın çekirdeğindeki olayın tarihteki karşılığının belirlenmesiyle ortadan kalkabilir; ancak yine de destanın yapısı gereği bu tam bir belirleme olmaz. Örneğin Oğuz Kağan Destanı‘ndaki Oğuz Kağan’ın, tarihteki Hun hükümdarı Mete Han olduğu bilgisi ne ölçüde kesindir?
–
Anlatma Zamanı
♦ Yazarın eseri yazdığı, metindeki olayları anlattığı zaman anlatma zamanı olarak adlandırılır.
♦ Tüm anlatı türleri bir hikâye (olay örgüsü) etrafında kurulur. Hikâye, olayların kronolojik bir diziliş içinde sunulması demektir. Ancak geleneksel anlatı türlerinde dışında, yani modern roman ve hikâyede olayların kronolojik sıraya uyularak anlatılmasına çoğu zaman önem verilmez.