Eserle dış dünya arasındaki ilişkiyi merkeze alan eleştiri kuramlarına göre bir edebî eserin değeri, oluşturulduğu toplumun sosyolojik, tarihsel ya da ekonomik gerçekleriyle içli dışlı olmasından, bunlar hakkında doğrudan ya da dolaylı olarak bilgi vermesinden kaynaklanıyordu. Bu anlayışa bağlı kalınarak yapılan eleştirilerde edebî eser, bir bakıma tarihsel olayların, toplumsal gerçeklerin ya da sınıflar arasındaki ekonomik ilişkiler sisteminin, kısacası dış dünya gerçeklerinin somut bir sonucu olarak değerlendiriliyor ve eserlerin anlaşılması için bu dış dünya gerçeklerinin mutlaka bilinmesi ve araştırılması gerektiği iddia ediliyordu. Söz gelimi tarihsel eleştiri anlayışına bağlı kalan eleştirmenlere göre, Yunus Emre‘nin şiirleri, ancak bu şiirlerin yazıldığı dönem Anadolu’sunun önemli tarihsel olayları, o dönemin hâkim zihniyeti ve dil özellikleri bilinerek anlaşılabilir ve değerlendirilebilirdi.
Sanatçıyı merkeze alan eleştiri kuramcıları ise eleştirinin merkezine dış dünya gerçeklerini değil, metnin yaratıcısını yerleştiriyordu. Bu kuramcılara göre okuyucunun bir eseri gerçekten anlayabilmesi için o eserin yaratıcısının biyografisini ve psikolojik özelliklerini iyi bilmesi gerekirdi. Söz gelimi bir kişi, Fuzûlî’nin şiirlerini gerçekten anlamak istiyorsa kendisini Fuzûlî’nin yerine koymalı, bunun için de öncelikle Fuzûlî’nin kişiliğini ve yaşam öyküsünü bilmeliydi.
Edebiyat eserini merkeze alan eleştiri kuramcıları ise bir edebî eseri anlamak ve çözümlemek için eserin kendisinin yeterli olduğunu, eser dışında herhangi bir şeyin (dış dünya gerçeklerinin, sanatçının yaşamının ve kişiliğinin) bilinmesine gerek olmadığını iddia etmişlerdir.
Edebiyat eserini merkeze alan eleştiri kuramcıları, Roman Jacopson’un ve Ferdinand de Saussure’ün görüşlerinden önemli ölçüde etkilenmişlerdir.
Jacobson (1896-1982); iletişim eylemini gönderici, alıcı, ileti, kod, kanal ve bağlam terimlerinden yola çıkarak
şemalaştıran ve açıklayan; dilin, kullanılma amaçlarına bağlı olarak farklı işlevler (şiirsel, göndergesel vb.) üstlendiğini iddia eden, yapısalcı çözümleme tekniğinin geliştirilmesine önemli katkıları bulunan bir düşünürdür. Roman Jacobson’a göre dil, edebî metinlerde şiirsel işlevde kullanılır.
Roman Jacopsun’un görüşlerini kuramsallaştıran eleştirmenler, edebî metinlerin en önemli özelliğini bu metinlerdeki dil kullanımlarında bulmuşlardır. Bu kuramcılara göre insanlar bir dili günlük hayatlarında kullana kullana, dili o şekilde kullanmayı ve anlamayı bir alışkanlığa dönüştürürler. Edebiyatçı, oluşturduğu eserde dilin alışılagelmiş kullanımlarının dışına çıkarak bu alışkanlığı kırar. Söz gelimi bir şair, özgün imgeler oluşturmak için alışılmamış bağdaştırmalar yapar ve şiir dilinde “sapma” terimiyle karşılanan kullanımlara yönelir. Dilin kurallarını çiğneyerek, bir bakıma dilin alışılmış düzenini bozarak ona yeni bir düzen verir, âdeta dili yeniden üretir. Okuyucu, her gün konuştuğu dilin bu şekilde kullanıldığını görünce şaşırır, sarsılır, etkilenir; onda “başka” olanı anlamaya ve hissetmeye yönelik bir heyecan uyanır.
Saussure (1857-1913); görünenlerin, algılananların, somut olanların derininde bazı kuralların ve yasaların oluşturduğu soyut bir sistemin, genel bir yapının bulunduğunu, asıl önemli olanın bu sistemin ortaya çıkarılması olduğunu iddia eden yapısalcı dil bilimin kurucusudur.
Saussure’e göre dil, seslerden oluşan kuralsız bir yığınlar kümesi değil; derininde yatan ilişkiler ağıyla birbirine bağlanmış öğelerden oluşan, düzenli ve tutarlı bir bütündür, genel bir yapıdır. Söz ise kişiseldir; bir dili konuşan her bir kişi tarafından dilin ayrı ayrı somut kullanımlarıdır. Dil ile söz arasındaki ilişki, futbolun kendisiyle futbol maçı arasındaki ilişkiye benzetebilir. Bu benzerliğe göre, futbolun kendisi soyut bir sisteme yani “dil”e, her bir futbol maçı ise somut bir uygulanışa yani “söz”e tekabül eder.
Saussure’e göre dilin bireysel ve somut kullanımları olan sözler -ki her bir dilde sınırsız sayıda söz vardır- soyut ve toplumsal bir sistem olan “dil“e uymak durumundadır. Dil bilimin amacı da bu kullanımlardan (sözlerden) yola çıkarak, sözlerin dayandığı genel yapıyı, göstergelerden oluşan sistemi (dili) incelemek, başka bir deyişle dilin mantığını ve matematiksel düzenini ortaya çıkarmaktır.
Edebiyat eserini merkeze alan eleştirileri kuramlarının en önemlileri şunlardır:
1. YENİ ELEŞTİRİ
Bu eleştiri kuramına göre her edebî eser, yazarından, okurundan, yazıldığı dönemin toplumsal ve tarihsel koşullarından bağımsız, kendi başına yeterli olan, kapalı, dilsel bir düzendir. Edebî eserleri var eden, metinlerin sanatsal metin niteliğini kazanmasını sağlayan bu düzeni, yeni eleştiri anlayışına bağlı eleştirmenler, organik birlik terimiyle karşılamışlardır. Organik birlik, bir eseri oluşturan öğelerin, kendi başlarına bir tek işlev üstlenmekle kalmayıp diğer öğeleri de etkilemeleri ve bir çeşit ilişkiler ağı örerek kaynaşmaları sonucunda metinde ortaya çıkan estetik düzendir. Söz gelimi bir şiirde yer alan her bir öge (ses, anlam, kelimeler, kelimelerin birbirine eklemlenişi, mısra, nazım birimi, nazım şekli, ölçü, uyak, benzetmeler, imgeler, dile getirilen duygular, bu duygularla oluşan duygu atmosferi vb.) metindeki diğer öğelerle belli bir ilişkiler ağı içinde bulunur; bu öğeler, başka bir deyişle bu “parçalar, birbirleriyle iç içe geçerek eksiksiz bir sanatsal düzen, bir bütün oluşturur. Bir söz dizisi, şairin bu söz dizisinde yer alan tüm öğeleri birbirini tamamlayacak biçimde kaynaştırmasıyla şiir olur. İşte şiirdeki bu düzene, bu uyuma, bu dengeye, bu tamamlanmışlık durumuna organik birlik denir. Kelimelerden oluşan bir söz dizisinin şiir niteliğini kazanması, bu şiiri oluşturan öğelerin organik birliği oluşturacak biçimde düzenlenmeleri, birbirleriyle ayrılmaz ilişkiler ağı kurmaları, iç içe geçmeleri, kaynaşmaları koşuluna bağlıdır. Öğeler arasındaki uyumla sağlanan bu organik birlik, edebî eserde estetik yaşantının oluşmasını, bu da okuyucunun okuduğu metin karşısında zevk duymasını sağlar. Bu estetik yaşantı, okurdan değil, eserin kendisinden kaynaklanır. Yani organik birliğini sağlamış, öğeleri uyumlu şekilde bir araya getirilmiş her edebî eser, kendi içinde bir estetik yaşantı meydana getirir. Eserdeki bu düzeni hisseden, algılayan herkes; o estetik yaşantının farkına varır, bu duygusal durumu yaşar.
Edebî eserlere sadece bu eserlerin sanatsal yönlerini açığa çıkarmak amacıyla yaklaşan yeni eleştiri kuramcılarına göre bir edebî metnin değerlendirilebilmesi için gerekli olan bütün veriler, o eserin kendisinde nesnel olarak vardır. O hâlde metnin dışına çıkmayı gerektirecek bilgiler peşinde koşmak; edebî ve sanatsal olmayan herhangi bir ölçüte başvurmak gereksiz ve yanlıştır. Yeni eleştiri anlayışına göre her eserin bir tek anlamı vardır ve bu anlam okuyucudan bağımsızdır, eserin kendisindedir. Eleştirmene düşen, metni oluşturan öğelerin (tema, çatışma, kişiler, olay örgüsü; imge, ölçü, edebî sanatlar, konu vb.nin) birbirleriyle ilişkilerini, eser içinde oynadıkları rolü, organik birliğe katkılarını araştırarak eserin ilk bakışta fark edilmeyen güzelliklerini, kapalı anlamlarını, estetik yönlerini, zenginliklerini, sanatsaljniteliklerini, içtenliğini ortaya çıkarmaktır. Her eserde organik birliğin oluşmasını sağlayan birtakım öğeler vardır. Ama bu öğelerin bir araya getirilişi, bunlardan bir bütün, bir düzen oluşturuluşu farklı farklıdır. Dolayısıyla edebî eserlerin tümüne uygulanabilecek tek bir eleştiri şablonundan söz etmek de olanaksızdır.
2. YAPISALCI ELEŞTİRİ
Bu eleştiri yöntemi birçok açıdan yeni eleştiriyle benzerlik gösterir. Yapısalcı eleştiriye göre bir edebî metnin değerlendirilmesi için gerekli olan bütün veriler, o eserin kendisinde vardır. O hâlde metnin dışına çıkmayı gerektirecek bilgilere yönelmek, söz gelimi yazarın hayatını, kişiliğini, eserin oluşturulduğu dönemin tarihsel ve toplumsal gerçeklerini öğrenmeye çalışmak, edebî olmayan herhangi bir ölçüte başvurmak yanlıştır.
Bu anlayışın yeni eleştiri anlayışından ayrılan yönlerine gelince… Yeni eleştiri anlayışında her bir eser başlı başına değerlendirilir. Yani bu anlayışa göre yazılan her bir eleştiri yazısında bir tek eser ele alınır. Bu yazıda, söz konusu eserin organik birliğini sağlayan öğelerinin bulunmasına, bunlar arasındaki ilişkiler ağının çözümlenmesine, eserdeki derin ve saklı anlamın ortaya çıkarılmasına çalışılır. Yapısalcılar ise bir tek metni incelemek yerine aynı anda birden çok metni incelemek yoluna giderler. Çünkü yapısalcılar, dil-söz ayrımından hareket eden Saussure’ün dil bilime uyguladığı yöntemi edebiyata da uygulamak isterler.
Edebiyata yapısalcılık açısından yaklaşan kuramcılara göre nasıl ki dil bilimde somut ve bireysel olan “söz”ün arka planında, onu belirleyen soyut ve toplumsal bir dil sistemi varsa edebiyatta da “söz”e tekabül eden somut ve bireysel tek tek yapıtların arkasında toplumsal bir edebiyat sistemi vardır. Bu kurama göre her edebî metin, bir sözdür; kişisel ve somut bir dil kullanımıdır. Edebiyat ise sınırsız sayıdaki edebî metnin (sözün) oluşturulmasını sağlayan genel bir yapıdır, bir sistemdir, yani bir dildir. Eleştirmen, sözlerden (edebî eserlerden) yola çıkarak dile (edebiyatın kendisine) ulaşmalı, eserlerin anlamlarını üreten, anlamlanmalarını sağlayan bu yapıya eğilmeli, başka bir deyişle metinlerin edebî metin olmasını sağlayan bu içkin düzeni, bu etkileyici ve büyülü sistemi, edebiyat sistemini çözümlemeye çalışmalıdır. Eleştirmen, edebî metinlerin başka edebî metinlerle benzerliğini araştırmalı, bir iletişim sistemi, bir dil olan edebiyatın kendisini ortaya çıkarmalı, bu yapıyı çözümlemeli, bu yapıda yer alan öğelerin ne işe yaradıklarını, metnin tamamlanmasına, eksiksiz bir bütün olmasına ne tür katkılar sağladıklarını saptamaya çalışmalıdır.
Bir öyküdeki olay örgüsünün o öyküye ne kattığını çok fazla önemsemez yapısalcı eleştiri. Olay örgüsünün kendisini araştırır, değişik metinlerdeki olay örgülerini karşılaştırarak bunların benzer taraflarını bulmaya, edebî metinlerin oluşturulmasında olay örgüsünün nasıl bir işlev üstlendiğini anlamaya çalışır. Söz gelimi yapısalcı eleştiri masallarla ilgili bir inceleme yapacaksa bir tek eserle uğraşmaz. Onlarca masalı birlikte ele alır. Bu masallardaki temaların, çatışmaların, olay örgüsünün, kişilerin vb.nin ortak ve benzer niteliklerini ortaya çıkarmaya çalışır. Böylelikle edebî metinlerden yola çıkarak edebiyatın kendisini anlamaya, bir bakıma edebiyatın sırrını, şifresini, tılsımını bulmaya çalışır. Yani sözden (edebi eserlerden, masallardan) yola çıkarak dile, sisteme (edebiyatın, masalın kendisine) ulaşmaya çalışır.
Yapısalcı eleştiriyle yeni eleştiri arasındaki farklardan biri de metnin tek anlamlılığı çok anlamlılığıyla ilgilidir. Yeni eleştiri anlayışına göre bir eserdeki organik ve tematik birlik, o eserde bir tek anlamın oluşmasına izin verir. Yani her edebî eserde ancak bir tek anlam vardır. Eleştirmen, o eserin bütünlüğünü oluşturan öğeleri, bu öğeler arasındaki uyumu ve ilişkiler ağını çözümleyerek o eserin içinde saklı olan, metnin derinlerinde yer alan bu tek anlamı ortaya çıkarmalıdır. Yapısalcılara göre ise edebî metinler tek anlamlı değil, çok anlamlıdır. Edebî metinlerdeki kelimeler ve cümleler gibi metinlerin kendileri de birden çok anlama gelebilir. O halde edebî metinlerde bir tek anlamın olduğunu iddia etmek yanlıştır. Edebî metinler, tek anlamlı, tek katmanlı değil; çok anlamlı metinlerdir.
Yapısalcı eleştiriyle yeni eleştiri arasındaki farklardan biri de estetik yaşantıyla ilgilidir. Yeni eleştiri, değerlendirici; yapısalcı eleştiri çözümleyicidir. Yeni eleştiriye göre edebî metinler, bu metinlerdeki organik birlik sayesinde estetik yaşantı meydana getirme gücüne sahip olurlar. Edebiyatçı, organik birliği meydana getiren öğeleri uyumlu şekilde bir araya getirebilmişse eser de estetik yaşantı oluşturma gücüne sahip olmuş, bu da okuyucunun metni okurken*zevk duymasına katkıda bulunmuş olur. Yapısalcı eleştiri, edebî metinlerin estetik yaşantı oluşturma gücüyle ilgilenmez, bunun üzerinde durmaz. Onun tek derdi, metinlerden yola çıkarak sistemi, temel yapıyı çözümlemeye çalışmaktır.