Sanatçıyı Merkeze Alan Eleştiri Kuramı

Sanatçıyı merkeze alan eleştiri kuramlarına göre edebiyat eseri, dış dünyayı anlatıyor görünse dahi aslında edebiyatçının kendisini anlattığı, dış dünyayı kendi iç dünyasında ve hayallerinde değişime uğratarak dışa vurduğu bir metindir. O hâlde bir edebiyat eserini anlamak için o eserin yaratıcısını tanımak ve anlamak gerekir. Eleştirmenin görevi, edebiyatçının kişiliğini ve yaşam serüvenini araştırarak eserlerini anlamaya ve okuyuculara tanıtmaya çalışmaktır.

Bazı açılardan tarihsel eleştiri kuramıyla benzerlik gösteren bu kurama göre bir eserin gerçek anlamı, yazarının o eseri oluştururken kafasında, imgeleminde, ruhunda ve kişiliğinde oluşturduğu asıl anlamdır. Okuyucunun bu anlamı kavrayabilmesi ve eserde gerçekte neyin anlatıldığını anlayabilmesi; kendisini yazarın yerine koyabilmesine, bir anlamda onun ruh ve düşünce dünyasına sızabilmesine bağlıdır. Bunun için de yazarın yaşadığı olayları, psikolojik durumunu, aile ortamını, okuduğu kitapları, etkilendiği kişileri, aşklarını, travmalarını vb.ni bilmesi gerekir. Bunlar bilinirse, yazarın inançları, dünya görüşü, psikolojik durumu da az çok bilinmiş, böylelikle yazarın o eseri yazarken nasıl bir ruh hâli içinde olduğu, neyin etkisinde kalarak bu eseri oluşturduğu, bu eserde gerçekten neyi anlatmak istediği de anlaşılmış olacaktır. Aslında edebiyatçılar; eserlerini sadece yaşadıkları, hissettikleri ve düşündükleriyle oluştursa, bunlar dışında hiçbir şey yazmamış olsalardı bu kişilerin yaşam serüvenlerine ve kişiliklerine bakarak eserlerini tüm yönleriyle anlamak ve anlamlandırmak da mümkün olabilecekti. Ama bütün edebiyatçıların eserlerini bu şekilde yazdıklarından söz etmek mümkün müdür? Belki bir yazar, hiç yaşamadığı bir olayı anlatıyordur eserinde. Belki hiç gitmediği bir mekânı betimliyordur romanında. Sanatçıyı merkeze alan eleştiri kuramlarının en zayıf noktası budur: Yazarın, eserini içtenlikle yazdığı, gerçekten düşündüklerini ve hissettiklerini yazdığı ön kabulüne dayanmak.

Bu eleştiri kuramından yola çıkılarak yazılan eleştiri metinlerinin birçoğu, edebî metin üzerinde değil de sanatçı üzerinde yoğunlaştığından bir çeşit biyografik çözümlemeye dönüşmek durumunda kalır. Eleştirmen, edebî metinde rastladığı imgeleri, olayları, kişileri vb.ni yazarın yaşamı ve kişiliğiyle ilişkilendirerek anlamlandırma ve açıklama yoluna gider. Hatta bazı kuramcılar ve eleştirmenler, edebî metinlere psikanaliz yöntemiyle yaklaşarak edebî metinle yazarının bilinçaltı arasında kopmaz bir ilişki olduğunu iddia eder.

Sanatçıyı merkeze alan eleştirmenler, edebiyat eserleriyle ilgili iyi-kötü, başarılı-başarısız gibi değerlendirmeler yapmaktan çoğunlukla kaçınırlar. Bu eleştirmenler, edebî metinle yazarın yaşamı ve kişiliği arasında ilişki kurarak eserde ilk bakışta anlaşılmayan bazı anlamları ortaya çıkarmayı, eleştiri anlayışlarının merkezine yerleştirirler.